Seçim ayarlı askeri harekât
Erdoğan yönetiminin Suriye’de Tel Rıfat, Münbiç ve Ayn-el Arab (Kobani) yönünde PKK/YPG’ye karşı tasarladığı beşinci harekât, aylardır gündemde. Erdoğan’ın güvenlik operasyonlarında gizliliği ve sessizliği değil, tesis açılışı yaparcasına gürültüyü ve gösteriyi tercih ettiği malum. En azından, 2015’ten beri bilinen yönelimi bu. Dolayısıyla, olası bir beşinci harekâtın yaklaşan seçimlere göre ayarlandığını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
Böyle bir harekâtı Saray’ın gözünde yapılabilir kılan ve buna zemin oluşturan gelişme, büyük oranda Ukrayna Savaşı oldu. Önce Türkiye’nin önünde jeopolitiğinin sağladığı inisiyatifler belirdi. Sonra savaşın gidişatı, Rusya’yı Suriye’deki etki alanını küçültmeye ve kısmen çekilmeye zorladı.
Yeni aşamada stratejik hedef doğal olarak haritada gözümüzün önünde. Afrin-Cerablus hattındaki Fırat Kalkanı ile doğuda kalan Barış Pınarı bölgelerini birleştirerek sınır hattındaki PKK/YPG varlığını bitirmek. Bu noktada Suriye’deki iç savaşta, Türkiye’nin 7 yılı bulan askeri varlığı boyunca aradaki boşluğun neden kapatılmamış olduğu sorusu kafayı kurcalamalı.
Filmi biraz daha geriye, 2011 Kasım’ına saracak olursak, Tayyip Erdoğan’ın âni bir dönüşle Esad’ı “Esed” yaptığını görürüz. Esad’ın verdiği ilk karşılık, Suriye’nin kuzeyinden PKK/YPG lehine çekilmek gibi sessiz ve gösterişsiz bir hamleydi. Bunun nasıl bir soğuk yenen yemek olduğu zamanla ortaya çıkacaktı.
Erdoğan, diğerleri gibi Esad’ın da Arap Baharı süreciyle devrileceği ânı umutla bekliyordu. Öbür taraftan, o dönem tam anlamıyla avucunun içinde göremediği bir Türk ordusuna inisiyatif kazandırmak da muhakkak Erdoğan’ın işine gelmiyordu. Yani zamanında müdahale edip sınırı korumak ve PKK’nın Suriye parçasına engel olmak Erdoğan için kârlı görünmüyordu. PKK/YPG terörünün Suriye’de yerleşip semirmesini ve IŞİD’le çatışıp Batı’dan takdir ve destek toplamasını bu yüzden izledik.
Sınır boyunca güvenliğimizi tesis edecek bir tamponu en baştan oluşturabilecekken PKK’sı, IŞİD’i, Nusra’sı, Haşdi Şâbi’si, ABD’si, Rusya’sı teker teker devreye girdi. Tamamen kontrolden çıkan Suriye’de, Süleyman Şah Türbesi’nin apar topar kaçırıldığı 2015’te artık iş işten geçmişti. PKK, Amerikan bombardımanını da arkasına alarak Kuzey Suriye’de etnik temizliğe girişirken Rusya da güneyde Halep’i yerle bir ederek tüm nüfusu Türkiye’ye doğru kovalıyordu.
Tabii Türkiye’nin, sınırında yuvalanıp Hatay’a uzanan Suriye PKK’sına müdahalesi sadece geç değil, aynı zamanda güç oldu. TSK’nın Tel Rıfat ve Münbiç’e girmesi 7 yıl sonra ancak konuşuluyorsa bunun sebebi 2018’deki Afrin (Zeytin Dalı) harekâtının Rusya’ya taviz verilerek yapılmış olmasıydı. Rusya ve Suriye için stratejik önemi olan Tel Rıfat’taki Menagh Hava Üssü’nde Kürtler bekçiydi anlayacağınız. Fırat’ın doğusunda, Cerablus – Tel Abyad arasındaki Kobani ve çevresinde ABD’nin koruyucu melek olduğunu söylemeye gerek yok.
İki fiyasko: Madrid ve Tahran bildirileri
Saray rejimi, dışarıda Türkiye’yi yalnızlaştırırken iç politikayı da gösteri-histeri boyutunda ele geçirme yoluna gidiyor. Suriye’ye yapılan harekâtların öncesinde bu kadar uzun süre propaganda edilmesinin bir sebebi bu. Bir başka sebebi ise uluslararası destek aramak ve beklenmedik birtakım fiyaskoların önüne geçmek için tavizler satmak. Tıpkı Tel Rıfat’taki hava üssü gibi.
Fakat ülkenin jeopolitiğini ona buna peşkeş etmeyi huy edinmiş AKP’nin itibarı o kadar yerlerde ki, doğru dürüst bir politik avantaj elde etmek artık çok zor. Erdoğan’ın, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik sürecinde bir aylık süreyi geçmeden vazgeçtiği veto karşılığında elde ettiği tek şey Madrid’deki toplantıda imzaladığı boş kümeden ibaret bir mutabakat metni oldu.
“YPG” ve “FETÖ”yü ilk defa uluslararası bir metinde geçirmekle övünseler de Madrid bildirisinde bunların terör örgütü olduğuna dair hiçbir ifade yok. Daha kötüsü, PKK ve YPG, metinde ayrı ayrı ele alındı. Yani AKP’nin çok büyük diplomatik başarı diye sunduğu şey, aslında Türkiye’nin uluslararası ortamda zikrettiği PKK ve YPG’nin aynı olduğu gerçeğinin reddi. Bunun, muhtemel Suriye harekâtında PKK’lı teröristlere karşı Türkiye’nin meşruiyetine zarar vereceği gün gibi ortada.
Rezaletin ikinci perdesi, bundan yaklaşık bir ay sonra Tahran’da yapılan üçlü Astana toplantısında yaşandı. Erdoğan, Suriye’ye yapılacak harekât için destek istediği Putin’den de, Reisî’den de açık açık olumsuz yanıt aldı.
Fakat toplantı sonunda Erdoğan’ın da imza attığı bildiride, Madrid’de elde edilen sonuçtan bile daha kötü bir durum söz konusu. Rusya, İran ve Türkiye’nin imza ettiği bu bildiride PKK/YPG’nin terör örgütü sayılması bir yana, Türkiye isim verilmeden de olsa, “terörle mücadele”yi kisve olarak kullanan bir işgalci olarak işaretleniyor.
Zaho’daki’daki tertip, Türkiye’nin zayıflığından kaynaklanıyor
Erdoğan Türkiye’si, Rusya’ya karşı tarihi kozlar elde ettiği böyle bir zamanda bile Suriye’de muhtaç olduğu siyasî desteği bulamıyor. NATO toplantısında Biden’la görüşme uğruna yelkenleri suya indireceği başından belli olan, Rusya ve İran’ın Tahran’da, “anca gidersin” çektiği Erdoğan artık zayıf aktör. Elbette Erdoğan ile Türkiye de zayıf aktör.
İşte, Tahran toplantısının ertesi günü Zaho ve Irak’ın genelinde yaşananlar tam da zayıf bir aktörün başına gelenlere benziyor. Zaho’da bir turistik tesise yapılan havan topu saldırısı sonucu 9 sivil hayatını kaybetti ve 20’den fazlası yaralandı.
Birkaç saat gibi kısa bir süre içerisinde sosyal medyada HDP, HDP’ye yakın Diyarbakır Barosu ve diğer örgütlerin TSK’yı suçlayıcı kampanyası, kasırga gibi Türkiye gündemini kapladı. Aynı saatlerde Irak Başbakanı, daha sonra Cumhurbaşkanı ve diğer siyasîler de ardı ardına ve ortada hiçbir delil yokken Türkiye’yi sert bir dille kınamaya başladı.
Akşam saatlerinde Irak çapında Türkiye aleyhine geniş katılımlı protesto gösterileri düzenlendi, Türk bayrakları yakıldı. Iraklı Araplar büyük bir kalabalık halinde Bağdat’ta Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği önünde toplandı. Elçiliğe bağlı kültür merkezi binasının tepesindeki Türk bayrağı indirildi. Saldırıdan, Kut’taki Türk şehitliği bile payını aldı. Buradaki Türk bayrağı da yakıldı ve mezar taşları tahrip edildi.
Bu yazı yazılırken Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’na roketatarlı ve 12 km mesafedeki Gedu (Başika) Üssü’ne dronlu saldırılar düzenlendiği haberleri geldi. Gedu Üssü’ne saldırıyı, İran destekli Şii milisler üstlendi.
Suriye’de ise, operasyon bölgelerindeki üslere saldırıların sıklaştığını, şehit sayısının arttığını görüyoruz.
Zayıflığın adı: Tayyip Erdoğan
Zaho’da saldırı olduğu andan itibaren 24 saat içinde yaşananlar, olayın Türkiye aleyhine bir komplo olduğu fikrini güçlendiriyor. Bu, Tahran kuklası Bağdat yönetiminden beklenmeyecek bir tertip değil. Fakat daha da şaşırtıcı olmayan, ABD işgali sonucu en az 1 milyon sivilin öldüğü Irak’ta Arapların, ne olup bittiğini anlamadan, sıcağına sıcağına 100 yıl önceki Türk nefretine sarılmaları.
Dikkat etmemiz gereken husus, Irak gibi devlet bile olamamış bir yerde Türkiye’ye karşı böyle tertiplerin düzenlenebilmesi ve Arapların ilk gününden hazır olduğu böyle bir nefret iklimini canlandırmaya cesaret edebilmesi. Üstelik şimdi Irak siyasetinde Türk askerini bölgeden çıkarmak için Peşmerge’yi güçlendirme fikri bile tartışılıyor. Yani kokuyu alan Barzaniler de fırsatı değerlendirmeye bakıyor.
Tüm bunları, Türkiye’nin “zayıf aktör” görünümü ile açıklamak durumundayız.
TSK’nın Suriye’deki varlığı ile Irak’taki varlığının, PKK başta olmak üzere siyaseten gerekçeleri benzer olabilir. Bununla birlikte hukukî dayanak bakımından bu ikisinin farklı olduğunu bilelim. Irak’taki TSK varlığı, 1926’dan beri yapılan anlaşmalarla tamamen meşru ve yasal zeminde. Üstelik burada üslenmiş PKK’nın terör örgütü hüviyeti –Rusya hariç– uluslararası hukukta net.
Zaho’da Türkiye’yi zan altında bırakan ve bir bakıma savaş ilan eden İran-Irak kadar, geleneksel düşmanları İsrail’in de Suriye’deki operasyona karşı tavrında diretmesi, Türkiye’nin artık zayıf aktör sayılmasının bir sonucu. Yeni NATO doktrinine göre artık baş tehdit sayılan Rusya’nın Suriye’ye operasyon söz konusu olduğunda Türkiye karşısında yine ABD ile yan yana olabilmesi, aynı zayıflığın sonucu.
Ve şimdi Erdoğan’ın, Tahran’da ikna edemediği Putin’i, 5 Ağustos’ta Soçi’de günübirlik ziyareti gündemde. Böylece Tahran’da 50 saniye bekletmenin tüm kıymeti harbiyesi de ortadan kalkmış oluyor.
Erdoğan’ın Türkiye’yi zayıflata zayıflata düşürdüğü seviye, Suriye’de askeri harekât planlarken Irak’taki askeri varlığının bile tartışmaya açılmasına sebep oluyor. Erdoğan, iktidarının tüm hukuksuzluğunu beka meselesi söyleminin arkasına gizliyor. Fakat “şahsı”nın en büyük güvenlik ve beka sorunu olduğu gerçeği her geçen gün daha somut ve acı biçimde karşımıza çıkıyor.