Avrasyacılık Çin ve Rus hegemonyasına teslimiyettir
Günümüzde Rusya’yla birlikte olmak, daha da açığı işbirliğine ve Rus hegemonyasına bağımlı olmak Avrasyacılık olarak sunuluyor. En büyük dış ticaret ortağımızın Rusya olduğu söyleniyor fakat bu, Rusya bize 20 milyar dolarlık ürün satarken, bizim Rusya’ya 1 milyar dolarlık domates bile satamadığımız bir ilişkidir.
Türkiye’de etrafında fırtınalar koparılan “üretim devrimini” yok eden ise Çin kapitalizmi oldu. Çin kapitalizminin dünyayı metaya boğmasına paralel olarak Türkiye’deki üretimin bütün aşamaları da yok edilmiştir. Dolayısıyla bugün Türkiye’deki sorun Amerika’nın değil Çin sömürgeciliğinin meta ihracının yarattığı bir çöküntüdür. Ama diğer taraftan Çin’e ve Asya’ya baktığımız zaman Amerikan ve İngiliz merkezli sermayenin dünyaya egemen olduğunu, Şanghay, Tayvan, Kore, Singapur ve Japonya’daki sermaye merkezlerinde, bağımlı, ihracata yönelik endüstrilerin Amerikan şirketleri tarafından oluşturulduğunu görürüz.
Bu anlamda günümüzde Avrasyacılık adı altında Amerikan emperyalizmine karşı çıktığını söyleyen bir yaklaşım, Rusya’nın ve Çin’in hegemonyasına girmeyi kabul eden bir anlayıştır. Tarihsel olarak Enverciliğe benzer. Oysa Atatürkçülük, özellikle kuruluş döneminde kapitalizm yolunu seçmemesiyle, Sovyetler ile işbirliği yapılırken bağımsızlığın ve ekonomik, siyasî planlamanın merkezîliğini de kabul etmişti. Sözgelimi “Kuşak-Yol” adı altında Çin’in ya da boru hatları çerçevesinde Rusya’nın eksenine girmek gibi yaklaşımları baştan reddetmiştir.
Atatürkçü ve Galiyevci tam bağımsızlıkçılık
Kaldı ki Sultangaliyev de Sosyalist Turan Federasyonu kurma denemesi dolayısıyla infaz edilmiştir. Sosyalist Turan kavramı Galiyevcilik’tir. Bugün Avrasyacılık adı altında ileri sürülenler ise Rus hegemonyası ve Sosyalist Turan’ın boğulmasıdır. Bunların Türk Dünyasıyla işbirliği söylemi ise yalancılığın ötesinde bir şey değildir.
Bağımsızlıkçı Kemalizm, devletin kuruluş döneminde bir sıçramayla Atatürkçülüğe dönüşürken Galiyevcilik, Stalinizm tarafından tümüyle ve fiziksel olarak ortadan kaldırılmıştı. Sosyalist Orta Asya ise yine Stalin tarafından küçük ve birbiriyle çelişen bir dizi coğrafî bölgeye ayrılmıştı. Bunu Olivier Roy da ulus yaratma projesi olarak tanımlamıştı. İngiltere’nin Ortadoğu petrolünü bölmek için devletçikler kurması ile Stalin’in Orta Asya’yı parçalaması aynı noktadadır.
Rusya’nın Amerika karşısında tutarlı bir duruşu da söz konusu değildir. Ukrayna’da kömür ve Donetsk Havzası’nda petrol var. Ama asıl petrol yatakları Volga-Ural boyunca Başkırdistan, Tataristan alanındadır. Bu nedenle buralara hiçbir zaman bağımsızlık verilmesi gündeme getirilmedi. Diğer taraftaysa Sibirya Tatarlarının yaşadığı kuzey bölgesinde ise Rusya’nın gaz potansiyeli oluşturulmuştur. Dünyanın en büyük gaz rezervleri de bu bölgededir. Nasıl İngiltere, Musul’u ve Arabistan’ı Osmanlı’dan kopardıysa bu bölgeleri de Rusya, Sosyalist Turan’dan kopararak almıştır. Sultangaliyev’in “Neden Rus yoldaşlarımız Sosyalist Turan kurulmasını kabul etmiyor?” diye sorarken göremediği nokta buydu.
Günümüz politikasında yaklaşık olarak 2000’lerin başından beri estirilen Avrasyacılık rüzgârı esas olarak Rus hegemonyasıdır. Daha önce İleri dergisinde yazdığım yazıda vurguladığım gibi Rus hegemonyasının politik ekonomisinin siyasî tezahürüdür. Attila İlhan’la yola çıkılan, etnik temele, sınıfsal temele ve coğrafî ayrıma girilmeksizin hayalî bir Avrasyacılık tezi ileri sürülmüştür. Oysa Rusya’daki egemen düşünce Ortodoksçuluktur. Bunun temelinde de yine Batıcılık vardır. Fakat Avrasyacı ve Asyacı olanlarsa Rusya’da komünist partiden tasfiye edilmiş, Asyacılık değil, Asya’nın sömürge olarak SSCB’ye bağlandığı bir sistem “sosyalizm” adı altında ileri sürülmüştür.
Avrasyacılık ile Atatürkçülük benzer değil karşıttır
Önceki yazımda Atatürkçülük ve Kemalizm kavramlarını anlatırken bunun Avrasyacılıkla ilgili kısmı eksik kalmıştı. Gerçekte Avrasyacılıkla Atatürkçülüğün hiçbir ilişkisi yokken bu ikisi yan yana getirilerek toplum yönsüzleştirilmektedir. Nasıl ki Türk-İslam sentezciliği Atatürkçülüğü yoğun bir şekilde kullanırken Ata ve Türk’ten bir kopma yarattıysa ve Türk-Arap ittifakı adı altında Türklüğün Araplık içinde erimesini sağladıysa, Avrasyacılık da Türk-Rus ittifakı teziyle Türkiye’nin Rusçuluk içerisinde erimesinin teorisi olmuştur. Bu anlamda da “Kırım, Rusya’dır” diyerek bunun çok tipik bir örneğini vermiştir. Bunun bir ileri aşamasında da “Türkiye, Rusya’dır” diyecek kadar da yoldan sapmıştır.
Kavramların içeriklerinin analiz edildiği gibi günümüzdeki ve gelecekteki anlamları da analiz edilmedikçe doğru bir siyasî analiz yapılmış olmaz. Sadece miting meydanlarında flamalara yazılan isimlerle ne Marksist-Leninist, ne Avrasyacı ne de Atatürkçü olabiliriz. Kavramların içeriklerini analiz ederek onları ayakları üstüne oturtmak gerekmektedir. Bütün kargaşa buradan kaynaklanmaktadır.
Atatürk isminin en yoğun kullanıldığı dönem, 12 Eylül Kenan Evren diktatörlüğüdür. Bu dönemde ideolojik olarak Türk-İslam Sentezi egemenleşmiştir. Bu anlamda Türklüğün İslam’la birleştiğini ve sonrasında İslam’ın kılıcı olduğunu ileri süren tez esas alınmıştır. Ama bu süreçte de Türklüğe ait olan yasa-devlet yerine din-Şeriat geçmiştir. Zeki Velidi Togan’ın bahsettiği bu ikilem, Ata ve Türk kavramları yerine din ile Şeriat’ın geçtiği bir dönemi başlatmıştır. Bu dönemde Türklük yerine “İslam’da kavmiyet yoktur” denilerek esas olarak bir Araplaşma süreci başlatılmıştır.
Buna çok benzer olarak Avrasyacılar, Atatürkçülük adını kullanarak Atatürkçülüğün Avrasyacılıkla hiçbir ilişkisi olmadığı gibi temelde ona karşı olduğunu da örtmektedir. Özellikle Orta Asya’daki Türklüğün baş düşmanı Batıcı-Rusçuluktur. Bu yaklaşım Sultangaliyev tarafından çok açık olarak kullanılmıştır. Yine bu anlayış, Atatürk tarafından açık olmasa da yine de tarif edilmiştir. Ama günümüzde Avrasyacılar, aynı Türk-İslamcılar gibi Atatürk’ün ismini kullanarak, Atatürk’ün Bütün Eserleri’ni onlarca cilt olarak yayımlayarak ama Atatürkçülüğün asıl ruhu olan bağımsızlıkçılığı terk ederek Rus hegemonyacılığını bağımsızlıkçılık, antiemperyalizm diye topluma sunmaktadırlar.
Avrasyacı tarih tezleri
Yine başka bir büyük çarpıtmada Gumilev gibi Avrasyacılar, Ortodoksçuluk ve Batıcılığa karşı Cengiz Han toplumunu esas alan bir tez ileri sürerler. Ama sonra buradan saparak Rusya ile Orta Asya’nın birliği adı altında Stroganov Kardeşler’in Orta Asya’yı sömürgeleştirmesinin ideolojisini yaparlar.
Çin, hiçbir zaman Avrasyacılık içerisinde yer almamıştır. Pasifik bölgesinde, Güney Asya’dadır ve Avrasyacılık içinde ne coğrafî ne de ideolojik olarak vardır. Ama kendi Maocu düşüncelerine göre Çin’le birlikteliği tarihsel olarak görürler. Bir dönem, Çin’in ABD ile birlikteliğinin içine Türkiye’yi de alarak Rusya’yı baş düşman ilan eden bu düşünce, bugünse Rusya ile Orta Asya ve Çin’i birleştiren hayalî bir Avrasyacılık tezini ileri sürmektedir. Bu, Çin sömürgeciliğinin ve onun sömürge yolunu oluşturan Kuşak-Yol’un ideologluğunu yapmak ve bu yoldan nemalanmak için üretilmiştir. Gerçekteyse Rusya, Orta Asya ve Çin’i birleştiren bir Avrasyacılık tarihte hiçbir zaman olmamıştır. Çin daima Avrasya alanının dışında kalmıştır.
Bu Atatürkçü görüntü altındaki Rusçu ve Suriyeci anlayışın diğer bir açmazı da Suriye devleti nedir sorusunu sormamaktır. Suriye diye bir devlet tarihte var mıydı? İngiliz ve Fransız emperyalistleri bunu, tamamen Halep Türkmen bölgesinin Türkiye’den koparılması için suni bir devlet olarak oluşturmuşlardı. Nusayrî Şiîliğin bölgede egemen olması için Antakya’yı da bu bölgeye vererek ve Fırat Nehri bölgesinde Fatimîliğin tarihsel bir devamı olan Nusayrîliğe bir alan yaratmak için Suriye adında bir devlet oluşturmak durumunda kalmışlardı. Suriye yüz yıl önce yoktu. Daha da öncesinde Şam ve Halep, Zengi Türkmenlerinin alanıydı. İsmailî Şiîerin, Fatimîlerin bu bölgede egemenlikleri söz konusu olmamıştı. Ama son Suriye İç Savaşı’nda Halep’i, Şam’ı yerle bir ederek buralardan bütün halkı İdlip’e sürerek yeni bir resim ortaya çıkardılar. Halep Türkmenleri ve Sünnîleri buradan bombalar altında uzaklaştırılarak bu bölge ilk defa Nusayrîlerin egemenliğine verilmek üzere bir politika güdülmektedir.
Atatürkçü olduğunu iddia eden Şamcı ve Rusçu politikalar, Fransızların Suriye adı altında Osmanlı’dan kalan bölgelere el koyması ve bunları bir kısım Haçlı kalıntısı Hıristiyanlar ile Nusayrîlerin elinde bir devlet oluşturma politikasının Atatürk tarafından yerle bir edildiğini saklar. Antakya’nın Suriye’den, bir başka ifadeyle Fransızların oluşturduğu yapıdan koparılması aslında yarım kalan bir projedir. Bunun devamı olarak Hama ve Halep de en azından bu anlamda Türkiye’ye bağlanmalıdır. Burası Fırat’ın suladığı alandır ve tarihsel olarak Zengilerin elinde kalmıştır. Emevîlerden sonra hep Türk egemenliğinde olmuştur.
Fatimî Şiîliğinin Suriye’deki görünüşü olan Nusayrîliğin egemenliği tarihte hiç olmamıştır ama ilk defa burada egemenleştirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda Suriye ile uzlaşmak, Halep, Şam ve Hama’daki tarihsel halkın bu bölgeden süpürülmesini kabul etmek demek olacaktır. Halep Türkmenleri, Osmanlı’da Irak’a yapılan bütün seferlerin kervancılarıdır. Aynı şekilde Halep’ten Erzurum’a, Erzincan’a kadar gelen ticaret yolunu kontrol edenler de bu Türkmenlerdir.
Fransız emperyalistlerinin çizdiği sınırı mutlaklaştırmak şeklinde bir Suriyecilik, Esatçılık ortaya çıkmaktadır. Tarihsel anlamda Ayıntap’ın (Antep) bağlı olduğu merkez Halep’tir. Şam da bu yapıdadır. Halep emirleri İmadeddin Zengi, Nureddin Zengi ve Aksungur Zengi’dir. Bu Osmanlı’nın buraya gelmesinden önceki atabeyler yapısıdır. Daha sonra Süryanilerden, Asurlardan hareket ederek olmayan modern bir ulus ve devlet yaratmayı denediler. Bunda topluma Atatürkçü olarak kabul ettirilebilecek bir yapı yoktur. Tersine Halep, Atatürk’ün Misak-ı Millî’sinde olsaydı Antakya gibi Türkiye’ye bağlanacaktı.
Atatürkçülük adına en güncel çarpıtma da Suriye devletinin Suriye’nin bütünlüğünü savunma tezidir. Bu gerçekte emperyalistlerin çizdiği yolun devamını savunmak demektir.