Devlet Bahçeli’nin dün yaptığı açıklamada “Erdoğan’ın tekrar Cumhurbaşkanı adayı olmasının önünde herhangi bir engel bulunmadığını” ve “gerekli yasal düzenlemenin yapılmasına var gücüyle çalışacaklarını” söylemesi, “Erdoğan aday olabilir mi, olamaz mı?” tartışmasının mevsiminin başladığını gösteriyor.
Bu tartışma zaman zaman ortaya çıkıyor. Tuhaf olan durum, muhalefet cephesinin Erdoğan’ın adaylığına itirazının olmamasına rağmen, iktidarın sürekli bu meseleyi gündem etmesi.
Geçtiğimiz aylarda AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un “Erdoğan’ın ‘bal gibi aday olabileceğini’ ama bu tartışmayı yapmak zorunda kalacaklarını” söylediğini hatırlatalım.
Meclis Başkanı Mustafa Şentop da dönem dönem adaylığın önünde bir engel olmadığını, bu görüşün “bilgi eksikliğinden” kaynaklandığını söylüyor.
Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde “Erdoğan’ın adaylığıyla ilgili bir tartışmaya girmeyeceklerini” açıkladığı düşünüldüğünde, iktidarın bu meseleyi gündeme getirmesi gerçek bir “gündem değiştirme” çalışması.
CHP Milletvekili Erdoğan Toprak’ın “Yapay bir tartışma ortamı açtılar. Sanki Erdoğan çok güçlüymüş ve önü kesilmeye çalışılıyormuş havasını vermeye çalışıyorlar” tespiti doğru.
Öyle bir durum var ki, muhalefet cephesinden hiçbir itiraz gelmezse, AKP’liler çıkıp “ Bu yaptığımız Anayasa’ya aykırı” diyerek, süreci yargı konusu edecekler. O kadar hevesliler bu meseleyi tartışmaya açmak için.
Türkiye’deki hukuki işleyiş düşünüldüğünde, bu tartışmanın ısrarla gündeme getirilmesi, iddiaların farklı bir zemine dönüşme ihtimalini de gösteriyor. Cumhurbaşkanının adaylığına onay veren Yüksek Seçim Kurulu’nun, iktidar tarafından şekillendirildiği düşünüldüğünde, “Erdoğan’ı mağdur gösterecek” bir süreç de yaşanabilir. AKP’nin en çok sevdiği “mağduriyet” ikliminin oluşturulması, ilerleyen dönemlerdeki gelişmelere göre devreye sokulabilecek bir seçenek olabilir.
Tüm bu tartışmanın dışında, muhalefetin “siyasi kaygılarla” böyle bir tartışmanın içine girmeme çabası, Türkiye’deki siyasi rejimin hangi noktaya geldiğini gösteriyor. Toplumsal uzlaşmanın temeli olan “hukuk vurgusundan”, “iktidarın kendisini mağdur göstermemesi” kaygısıyla vazgeçmek, toplumu hukuk kavramından daha da uzaklaştırıyor.
“Algıların” hukukun önüne geçtiği bir toplumsal düzende, hukukun önce çizgileri sonra da “kırmızı çizgileri” yok ediliyor. Toplumsal direnişte bir mevzi olan “hukuki mücadele” kavramı, yasal düzenin tamamen ortadan kalktığını bu yüzden de artık yapacak bir şeyin de kalmadığını düşünen bir teslimiyete dönüşüyor.
Bizim bugün “haklı gerekçelerle” siyaseten suskun kalmamızı, AKP’nin nasıl suistimal edeceğini; iktidarın bu suskunluk üzerinden kendisine nasıl yeni alanlar açmaya çalışacağını da iyi görelim.