Türkiye ve Yunanistanarasında Ege ve Doğu Akdeniz’de geçen hafta yeni bir gerilim yaşadı. Yunanistan’ın S-300 hava savunma sistemlerini kullanarak F-16 savaş uçaklarımızı taciz etmesi üzerinde Tayyip Erdoğan “Ey Yunan; bak tarihe bak, tarihe dön. Çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur. Yunanistan’a tek cümlemiz var; İzmir’i unutma!” dedi.
Erdoğan, Yunan’ı “İzmir’i unutmamaya” davet etti ama daha geçen hafta eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman “İstanbul’un, İzmir’in kurtuluş günü olmayacağını, kurtuluş günlerinin kutlanmasının anlamsız olduğunu, tek bir kurşun bile sıkılmadığını” söylemişti. Erdoğan’ın bu ifadeleri kınadığını duymadık. Muhtemeldir ki kendisi de böyle düşünüyor. Yine de Yunanistan’ı tehdit ederken “iki ayyaş” dediği Atatürk ve İnönü’nün İzmir’i kurtarmasını referans göstermesi olumlu bir adım olarak görülebilir.
Ancak samimi bir tutum değil. Erdoğan’ın tarih danışmanı Kadir Mısıroğlu’nun Yunan kaybettiği için duyduğu derin üzüntüyü henüz unutmadık. Mısıroğlu bu üzüntüyü sadece kendi adına değil, hilafetin kaldırılmasını ülkenin kurtarılmasından daha fazla önemseyen işbirlikçi “İslamcılar” için duyuyordu elbette.
Yine de Erdoğan’ın bu tarz çıkışları “muhalefet” ve “gerçek muhalefet” arasında bir turnusol işlevi görüyor. Böyle zamanlarda Erdoğan’a muhalif olduğunu söyleyen mavi vatancılar, bir kısım ulusalcılar, bazı paşalar “Devletimin yanındayım, Yunan’a karşıyım” diyerek, Erdoğan’ın arkasında safa girebiliyorlar. Derinlerdeki Erdoğan hayranlığını ispatlamak açısından bu çıkışlar büyük bir fırsat teşkil ediyor.
Erdoğan’ın “milliyetçi bir tutum alabileceğini” söylemek sadece hatalı bir tavır olarak değerlendirilemez. Mehmet Ali Çelebi önemli bir örnek ve daha nice “Çelebiler”, “Çelebi” olmak isteyen epey saray hayranı, hizaya girmek için fırsat kolluyor.
Diğer saçmalık ise Yunanistan’ın AKP’yi sıkıntıya sokacak bir hamleye girişme ihtimali. AKP iktidara geldiğinde Yunanistan’da söylenilen “Karşımızda ilk kez bir Atilla görmedik.” Sözü bugün de geçerliliğini koruyor. Yunanistan’ın en büyük korkusu olan mülteci akınına karşı “garantiyi” Erdoğan’dan başka kim verebilir? Avrupa’nın korkulu rüyası cihatçıları Türkiye’den başka kim barındırabilir? “Mülteci alma garantisi” veren Ruanda klasmanında görülen bir iktidarı hedef almak Avrupa açısından ne kadar mantıklı olabilir?
Sözümüz devletini savunmak isteyenlere. Bugün devleti savunmanın sadece tek bir yolu var: Ortada bir devlet kalmadığı gerçeğini görmek. “Devletin yanında olmakla” gerekçelendirilen tüm siyasi tavırlar zayıflığın göstergesi ve Erdoğancılığın bir yansıması. Sıradan vatandaşa atfedilen “celladına aşık olmak” ile bu kesimlerin AKP’nin tavrına destek olması arasında hiçbir fark yok.
Erdoğan’ın bu alışıldık tiyatroyu her seferinde sıkılmadan oynamasının sebebi sahte muhalefetteki “kaypaklığın” farkında olması. Muhalefet her seferinde “devletin bekası ve ulusal sınırlar” gösterilerek hizaya sokuluyor. Ekonominin çöktüğü, AKP’nin “Anadolu İhtilalinin” her gün biraz daha çürüdüğü böylesi bir süreçte iktidar açısından güç gösterisi yapmanın tek yolu da muhalefetin hizaya sokulması oluyor. Yani asıl ayar Yunanistan’a değil, muhalefete veriliyor.
Yunanistan ve Türkiye arasındaki “gerginlik” iktidarın çok sevdiği bir ifadeyle “hayatın doğal akışına aykırı”. Erdoğan’ın böylesine çıkışlarla yaratmaya çalıştığı siyasi çizgiye destek olmak ise devletin güçlenmesi anlamına gelmiyor, muhalefetin iktidarın koltuk değneği haline gelmesi anlamına geliyor.