Tayyip Erdoğan’ın, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın açıklamalarıyla yeniden gündeme gelen Suriyeli sığınmacılara ilişkin, “Ana muhalefet ‘Biz seçimi kazandığımızda mültecileri ülkelerine göndereceğiz’ diyor. Biz göndermeyeceğiz” demesi; AKP iktidarının göçmen politikasında bir değişikliği ifade ediyor.
Suriye’den ve Afganistan’dan gelen göçmenler, başından beri AKP açısından “Türkiye demografik dönüşüm projesinin” aracı konumundaydılar. İktidar, bu kitleleri Türkiye’nin laik ve ulusçu sosyolojisini değiştirmek için bir fırsat olarak gördü. Emevi camisinde namaz kılamayan AKP, “en azından” bir imparatorluk nüfusu oluşturup, ulus devletin varlığına son vermeyi bir amaçlıyordu.
Mülteciler de AKP’nin bu yoldaki ittifak gücü olacaktı. Önce toplum “geçici koruma” ve “misafirlik” gibi ucu açık ve belirsiz kavramlarla milyonlarca sığınmacının varlığına alıştırıldı. Ardından sığınmacı kampları kapandı, sığınmacılar şehirlere taşındı. Misafirliğin artık yerleşikliğe dönüştüğü anlaşıldığında, ülkenin her yerinde örgütsüz ve doğal bir tepki
ortaya çıktı. Bugün siyasi yelpazenin her kesimindeki insanlar, Suriyelilerin varlığından rahatsızlar ve endişe duyuyorlar.
AKP kitlesinin içinde bile oluşan bu tepkilerin iyice ayyuka çıkmasıyla Erdoğan, söyleminde değişikliğe gitmek zorunda kalmış ve Suriyelilerin misafir olduğunu ancak “savaş bitince döneceklerini” dile getirmişti. Dün yaptığı aksi yöndeki açıklama klasik bir “u dönüşü” olarak görülse de olan şey Erdoğan’ın aslına rücu etmesi.
Erdoğan, Rusya’nın Ukrayna işgali ile içeride ve dışarıda kendisine açılan alanı bir “fırsat” olarak görüyor; “güçlenen elini” ülkenin göçmenlere alışmak zorunda olduğunu vurgulamak için kullanıyor.
İçişleri Bakanlığı’nın son dönemde uyguladığı “Sığınmacıları Türkiye’nin her yerine dağıtma projesi” düşünüldüğünde, daha da tehlikeli bir sürecin yolu yapılıyor. Sığınmacılar, Lütfü Savaş’ın belirttiği gibi “zenginleşiyor” ve bu zenginlik ülkenin her yerine yayılan ticari şebekeleri de beraberinde getiriyor. Ticaret ise “kalıcı olmak” anlamına geliyor.
Bunun yanında Erdoğan mültecileri yalnızca “geri göndermeyeceğini” söylemiyor, aslında yaptığı Suriye’den ve Afganistan’dan yapılan yeni geçişler için de açık bir davet. Türkiye şu anda sınırları delik deşik olmuş, hudutlarını koru(ya)mayan bir ülke konumunda. Yüz binlerce insan sınırın diğer tarafında geçiş yapmak için fırsat kolluyor. Sınır bölgelerinde görev yapan askerler, ülkenin en tepesindeki iradenin bu açıklamalarını duyduktan sonra neden uğraşsın ki?
2011’den beri devam eden “açık kapı” politikasının daha da “açılarak” devam edeceği, uluslararası insan kaçakçılığının merkezi haline geleceğimiz; girenlerin ve çıkanların tespit bile edilemediği bir süreç bizleri bekliyor.