Ergin Konuksever’i de kaybettik…
Yaşı 85’ti ama hala genç bir devrimciydi, tam bir 68’liydi.
Türkiye onu daha çok Deniz Gezmiş’in parkalı resmini çeken gazeteci olarak tanır.
Evet, bugün Türkiye’de neredeyse her eve giren o efsane fotoğrafın arkasındaki isimdir Ergin Ağbi ve hep de arkasında kalmıştır. İki nedeni vardır. İlki; Deniz’in önüne geçmek istemez, tam bir devrimcidir; ikincisi ise fotoğrafçıdır, fotoğrafının, eserinin önüne geçmek istemez.
Bugün 68’li yıllara ait, o dönemin ünlü devrimcilerine ait bildiğimiz, gördüğümüz ne kadar fotoğraf varsa, neredeyse tümü onun fotoğraf makinesinden çıkmıştır.
Ama sadece bir 68 fotoğrafçısı veya devrimcisi de değildir o. 1960’lı yılların devrimci subay hareketinin de hem bir destekçisi hem de fotoğrafçısıdır. Talat Aydemir’i hep saygıyla yadetmiştir.
12 Mart’ın da, 12 Eylül’ün de en flaş fotoğrafçısıdır.
Ama aynı zamanda Kıbrıs Harekatı’nın fotoğrafçısıdır. Kıbrıs Türkü’ne karşı Rum soykırımının, katliamlarının belgelenmesi onun çektiği fotoğraflar sayesinde olmuştur.
Kıbrıs’ta Mehmetçiktir, 68’de Devrimcidir!
Hem milliyetçidir hem sosyalisttir; tam bir Mustafa Kemal’in askeridir!
Yıllar sonra gazeteciliği fiilen bırakıp, anılarıyla baş başa kaldığında, kapısını devrimci gençler çaldığında, onları gözleri parlayarak ve yaşararak karşılayan ihtiyar bir devrimcidir.
Ondan sonra yeniden gazeteciliğe başlar, bu defa Türk Solu’ndadır.
Evet, Türk Solu onun son gazetesidir.
Aslında aynı zamanda ilk gazetesidir çünkü Türk Solu aynı zamanda Deniz Gezmiş’in gazetesidir.
Geçtiğimiz yıl Mart ayında eşi Günay Abla’yı kaybetmişti.
Haberi Hürriyet gazetesinden duymuş ve hemen evine koşmuştuk. Hürriyet gazetesinin haber başlığı şöyleydi: “Gazeteci Ergin Konuksever’in eşi evinde ölü bulundu.” Habercilikle de, gazetecilikle de, insanlıkla da ilgisi olmayan bir şeydi bu. Eşi zaten evde hasta yatıyordu!
Ergin Ağbi çok sinirliydi, Gazeteciler Cemiyeti’nin bu üstadı, gazeteciliğin duayeni, Ahmet Hakan’ın eline geçen Hürriyet gazetesinin itibar suikastına uğramıştı.
Günay Abla’nın cenazesi ise daha hazindi, basın neredeyse hiç yoktu. Evde ölü bulundu diye yalan haber yapan ve bunu yayan gazetelerin hiçbiri orada değildi.
Kıbrıs’tan Güneydoğu’ya bu ülkenin verdiği her şehidin cenazesini fotoğraflayan bu koca adamı yine yalnız bırakmıştı gazeteciler!
Etrafta 68’lilerden de sadece bir iki isim vardı.
Türk Solu olarak elbette yanındaydık.
Çünkü biz, sadece Deniz Gezmiş’in gazetesini değil, devrimci duygularını, yoldaşlığını ve insanlığını da devam ettiriyoruz!
Ergin Ağbi de tam bir dayanışma ve vefa adamıydı.
Can Dündar tutuklandığında Silivri Cezaevi’nde umut nöbeti tutulmaya başlanmıştı. Ben de Ergin Ağbi ile birlikte tutmuştum nöbeti. Ondan sonra ben hapse girdiğimde o benim için nöbet tutmuştu. Cezaevinden çıktığımda da geçmiş olsun demek için gazete büromuza gelmişti.
Hastaydı, durumu iyi değildi. Solunum sorunu vardı, biliyordu ki çok ömrü kalmamıştı.
Son bir çalışması vardı, anılarını kitaplaştıracaktı. Gazetemizin sorumlu müdürü Özgür Erdem ile çalışmaya başlamışlardı. O anlatıyor, Özgür kayda geçiriyordu. Çalışma bitmişti ama kitap haline gelmesi için Ergin Ağbi’nin gözden geçirmesi gerekiyordu.
Heyhat, Ergin ağbinin nefesi yetmedi.
Ölümünden iki gün önce Özgür ile birlikte Göztepe’de hastanedeki odasındaydık. Durumu iyi değildi. Konuşamıyordu, boğazından biraz hırıldıyor, derdini anlatmaya çalışıyordu.
Çok yormamamız gerekiyordu, çıkarken elini öpmeye çalıştık, elini çekti.
El öptürmezdi.
Sonra o hali ile bizim yanağımızı öptü.
Ölüm döşeğinde bile öyle ince bir adamdı.
Yeniden geleceğiz dedik, gelin dedi.
Belli ki bu hayattan göçerken birilerinin yanına gelmesini, yanında olmasını istiyordu.
Ama biz yeniden ona gidemeden o bu dünyadan gitti.
Bize resimleri kaldı.
Ama o resimlerde bu ülkenin umudu, direnci ve geleceği var.
Ergin Ağbi’ye son sözümüz yine 68’den olsun:
Devrimciler ölür ama devrimler durmaz sürer!