Geçtiğimiz Ağustos’ta Tayyip Erdoğan’ın Ukrayna dönüşünde “gazetecilere” yaptığı açıklamaların Suriye’de “u dönüşü” hazırlığı anlamına geldiğini ve bunun da yeni bir Suriye politikası anlamına geldiğini yazmıştık.
Erdoğan açıklamasında “Türkiye’nin Esad’ı yenmek gibi bir derdinin olmadığını, gerilim sürecinin daha fazla uzamasını istemediklerini, devletlerarası diplomasinin hiçbir zaman kesilip atılamayacağını” dile getirmişti.
Erdoğan’ın bu açılımının ardından iktidar medyasında çıkan bazı yazılarda Suriye iç savaşı başladığında Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan Tayyip Erdoğan’ı savaşın çok kısa süre süreceğine ikna ettiği ve “Amerikan rüzgarına kapılıp Türkiye ile Suriye’nin arasını açtığı” yazılmış; Esad, “Amerika’nın ürettiği Arap Baharı’nın kurbanlarından biri” olarak tanımlanmıştı.
Suriye politikasının ve Esad düşmanlığının 6’lı masanın bir üyesi olan Ahmet Davutoğlu’na havale edileceğini, böylece Erdoğan’ın Suriye politikasının tüm günahlarını muhalefete yıkacağı ve kendi siyasi geçmişini aklayacağını o günlerde yazmıştık.
Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın G-20 Zirvesi sonrasında “Haziran seçimlerinden sonra sil baştan yapabileceklerini ve Esad’la farklı bir ilişki inşa edebileceklerini” ifade etmesi ve bu gelişmeye paralel olarak “darbeci Sisi”yle el sıkışması artık AKP’nin farklı bir Ortadoğu politikası olduğunu açıkça gösteriyor.
Böylece “katil Esed” yeniden “kardeşim Esad”a dönüşüverdi. O zaman sorumlulara sormak gerekiyor: Suriye politikası denilen haltı nasıl ve neden yediniz? Ülkemize giren ve dönmeyeceklerini söyleyen milyonlarca mültecinin girişine neden sebep oldunuz? Sadece Suriyelilerin değil Avrupa’ya geçmek için her yerden insanın geldiği bir mülteci çöplüğüne bu ülkeyi nasıl dönüştürdünüz?
Taksim’de yaşanan son bombalama olayından sonra gördük ki artık Suriyeli çeteler bile Türkiye’yi bir hesaplaşma alanı haline getirmiş durumda. Türk Milletinin yarattığı milyarlarca dolar kaynak bu insanlara nasıl peşkeş çekildi?
Yaratılan bu çöplüğün sorumlusu olanlar bu durumun politik bir taktiğin sonucu olduğunu söyleyerek manzarayı meşrulaştırmaya çalışabilir ama hatırlatmak bizim görevimiz. İktidarın uyguladığı Suriye politikası Türk Milleti’ne yönelik bilinçli bir suikasttı ve bunun sorumluları elbet hesabını verecek.
Hiç kimse kendi siyasi bekasını ülkenin ve devletin çıkarıymış gibi sunmaya çalışmasın! Türkiye-Suriye ilişkisi uluslararası ilişkiler ve diplomasi ölçeğinde açıklanabilecek, tarihin her döneminde ülkeler arasında görülebilecek tarzdan gerginliklere benzetilecek türden bir ilişki olmadı.
Esad düşman oldu çünkü AKP’nin “emperyal güç olduğunu ispatlamak” için gözüne parmak sokabileceği hasımlara ihtiyacı vardı.
O gün meydanlarda böğürerek ispatlanmaya çalışılan “büyüklük”, küresel güç mücadelesinin farklı bir zemine kayması sonucunda “çene okşayarak, kafa sıvazlayarak” gösterilecek türden bir büyüklük gösterisine dönüştü. Şimdi ise kafasını usulca uzatıp Türkiye’nin ağabeyliğini kabul edecek bir Esad’a ihtiyaç var. ABD ve Rusya’nın Suriye’de güç devri yaptığı bir dönemde Esad’dan beklenilen AKP’nin bu “u dönüşüne” fazla ses etmemesi, geçmişi deşmemesi.
Erdoğan kendi ihtiraslarını tatmin etmek için böylesi bir süreci başlatmış olabilir ancak bu faturayı hep beraber ödedik; ödeyeceğimiz asıl faturayı da henüz görmüş değiliz üstelik.
İktidarın ve trollerinin ürettiği “Sisi’yi de yola getirdik, Esad’ı da adam ettik” propagandası yarattıkları sahte dünyayı toz pembe gösterebilir. Ancak gerçekte var olan Türk Devleti’nin bütün ciddiyetinin bir bozuk para misali harcanması. Diplomasiyi kendi kişisel hırsları için bir oyuncağa dönüştürenler devletin tüm birikimini harcadılar. Ama biz sormaya devam edeceğiz: Siz bu haltı neden yediniz?