İran’da Mahsa Amini’nin molla rejimi tarafından öldürülmesi üzerine başlayan eylemler, 9. haftayı doldurdu. Olaylar bir türlü durulmadığı gibi rejim artık kontrolü birçok alanda kaybetmiş durumda.
İran, çok parçalı ve karmaşık toplumsal, siyasal ve mezhepsel ilişkilerle örülü bir ülke. Şimdi doğan karmaşada, bütün bu güçlerin sahaya inmesi aslında beklenmesi gereken bir şeydi. Bu andan sonra artık herkes, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için mücadele edecek.
Laikler, Şahçılar, solcular, liberaller, Fars milliyetçileri kendi programlarıyla alanda. Ama İran sadece bu siyasal ayrılıklardan ibaret bir tabloyla da tanımlanamaz. Bunun yanı sıra ülkenin asıl büyük gücü olan Türkler de kendi talepleriyle eylemde. Araplar, Kürtler, Lurlar, Beluçlar ve diğer etnik gruplar da 40 küsur yıllık molla-Fars faşisti rejime karşı ayakta.
Diğer taraftan da protestolar birçok kent ve bölgedeki grevlerle de destekleniyor. Tablo, artık hiç olmadığı kadar 1979’da Şah’ı götüren ortama benziyor. Yani artık mollalar için durum son derece kritik. Ve aslında devrimci dinamikler açısından geri dönülmez eşiğin aşılmış olduğu söylenebilir.
Eylemlerde ölen insan sayısı resmi rakamlara göre bile 400’e yakın. Rejim her gün baskıyı ve şiddeti daha da artırıyor. Bir yandan da on binlerce insan için idam cezası gündemde. Hatta idam cezaları birer birer verilmeye başlandı bile. Fakat artık bu tip şiddet ve terör yöntemleri de rejim için koruyucu, eylemciler için korkutucu olmaktan çıkmış durumda.
Artık başta Tahran olmak üzere büyük kentlerin cadde ve sokaklarında zorunlu baş örtme kuralı fiilen ortada yok! Sadece geçtiğimiz bir hafta içinde kadın sporcuların başlarını örtmeyerek konuyu dünya gündemine taşımalarının yanında, Dünya Kupası’nda İranlı milli futbolcuların milli marşı okumayı reddettiklerini gördük. Aslında bu bir milli marş değil, molla rejiminin marşı. Bu tavır sporcuların rejimi tanımadıklarını göstermelerinin en doğal ve etkili yolu. Ve bunların tümünden çıkan tek bir sonuç var: Mollalar artık kimseyi korkutamıyor. İran toplumu ezici çoğunluğuyla ve eline geçen her yöntemle başkaldırıyor.
Ama İran’daki son yaşananlar, olayların sadece bu tip sivil itaatsizlik diyebileceğimiz eylemlerden ibaret kalmayacağını da gösteriyor. Faşist rejim baskıyı ve terörü arttırdıkça eylemlerin dozu ve içeriği de değişiyor. Artık sadece sokaklarda mollaların sarıkları kafalarından uçurulmuyor, faşist kadroların eğitim merkezleri olan medreseler yakılıyor. Hatta geçtiğimiz günlerde rejimin kurucusu Humeyni’nin müze haline getirilmiş evi de yakıldı. Bu da rejimin kendi sembol mekânlarını bile koruyamadığını gösteren bir başka işaret.
Ve eylemler artık kademe kademe çatışmaya dönüşüyor. Bunun hızı, şiddeti ve yayılma alanı ne olur? Bunları şimdiden kestirmek elbette zor… Olayların sonunda ne olacağını, molla rejiminin akıbetini eksiksiz ve hatasız bir şekilde tespit etme iddiası da müneccimlik gibi bir şey olur. Fakat bu tip totaliter rejimler açısından geçerli olan bazı evrensel siyaset ve toplumbilim kuralları var. Ve bunlardan çıkacak bazı sonuçlar da…
Totaliter bir rejimden, taviz vererek muhalif kesimlerle anlaşması beklenemez. Bu onun gerçek intiharı olur. Gelmiş geçmiş totaliter rejimlerin tümünün yıkılma anı, aslında yumuşayarak iktidarda kalma planını devreye soktukları dönemlerle geldi. Bu yumuşama hamlesinin aslında zafiyetten başka bir anlama gelmediğini çok iyi hisseden ve kavrayan muhalifler rejimleri bu noktada devirdi. Ya da Gorbaçov ve SSCB’nin son döneminde olduğu gibi sistem kendi üzerine çöktü.
Mollaların bunun farkında oldukları ve herhangi bir yumuşama programı uygulamayı düşünmeyecekleri tahmin edilebilir. Fakat artık diğer seçenek de mollalar açısından bitişi engelleyecek gibi durmuyor.
Yani yumuşamadan gelecek yıkımdan kaçınmak için molla faşizmi sertlik ve terör yolunu seçerse (ki görünen böyle olduğu) bu da istedikleri sonucu vermeyecek. Çünkü artık İran halkı, gençler, kadınlar, işçiler, milli-etnik gruplar da baskı yoluyla sindirilme eşiğini aşmış durumda. Korku duvarı bu anlamda yıkıldıktan sonra şiddetin doğuracağı tek şey sinme değil daha fazla karşı şiddet olacaktır.
Kısacası İran’ı bekleyen; rejimle çeşitli renklerden muhaliflerin bu noktadan sonra daha sert şekillerde karşı karşıya gelmesi. Bu da Suriye tipi uzun bir iç savaş süreci olabileceği gibi rejimin daha hızlı bir çöküşüyle de sonuçlanabilir.
Kesin olan tek şey şu: Artık molla faşizmi İran’ı daha fazla istediği gibi yönetemeyecek. Elinde iki ucu keskin bir kılıç tutuyor. Şiddet, baskı ucu da, yumuşama, uzlaşma ucu da Hamaney başta olmak üzere rejimin sahiplerinin elini kesiyor ve gün geçtikçe daha da çok kesecek.
İran, bu sürecin sonunda özgür olacak mı? Çağdaş, laik bir cumhuriyete dönüşebilecek mi? Temennim bu yönde olmasına rağmen bunun, bu kadar girift dinamikler içinde çok da kolay olmadığını söylemeliyim.
Fakat artık İran’da hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak. Özellikle de molla faşizminin dinci oligarşisi için. Bu da sadece İran halkı için değil Türkiye, Ortadoğu, İslam Âlemi ve tüm dünya için de hayırlıdır.