Mustafa Yalçıner’in dün Evrensel’de yazdığı yazıyı sola kuşkuyla bakan herhangi birine okutsanız herhalde “iyi ki solcu değilmişim” deyip derin bir nefes alır.
“Liyakatliler değil halk yönetsin!” başlığının ardında insan bir tür ironi veya başka türlü anlatım sanatı arıyor. Ama nafile… Sanat manat yok. Okuduğumuz şey, Stalin kalaslığında dümdüz bir Sovyetik Marksist manifesto.
Yalçıner’in yazısı, içeriğinde de belirttiği üzere bir kelime oyunu olarak değil doğrudan doğruya liyakate karşı yazılmış.
21 yıl boyunca AKP tarafından yok edilen ne var, diye soracak olursanız hiç bir şey akla gelmese bile en azından liyakatin ortadan kaldırıldığını 10 yaşındaki çocuk biliyor.
Sınıfsal enternasyonalist Mustafa Yalçıner’in “liyakat değil halk” vurgusu aslında tam da AKP tipi bir söylem. Dinî enternasyonalizmin 2007’deki söylemini hatırlayın. “İlk defa Müslüman bir Cumhurbaşkanımız” olacak, demiyorlar mıydı?
Bugün AKP rejiminin dönüştürüp efsunladığı –ve gayet de “halk” olan– şımartılmış kesimlerin hep bir ağızdan “liyakatliler değil Müslümanlar” yönetsin dediği ortada.
Yalçıner’in “halk” adına katlettiği liyakati AKP’li faşistler “Müslümanlık” adına katletmişti. Ama ortak payda bundan ibaret değil. İslamcı söylemin öncekileri Müslümandan saymama fesatlığı, Yalçıner ve temsil ettiği Marksist gelenekte halktan saymama olarak tezahür ediyor.
Peki, Yalçıner niye Erdoğan’a karşı ki o zaman?
Erdoğan’ın serbest piyasayı öldürmesi Mehmet Uçum gibi komünist eskilerini ve Aydınlıkçıları tatmin ediyor ama sosyal alanda gösterilen liyakat düşmanlığını Yalçıner niye takdir etmiyor? Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olmadığı için mi?
Haksızlık etmeyelim.
Yalçıner’deki arıza, geçmişin yükünden kaynaklanıyor. Hem bu sadece basit bir sınıfsallık arabeskinden ibaret de değil. Bakınız, ne demiş:
Ve sorun, yalnızca Millet İttifakının “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmesi” yanlısı olmasından ibaret. Evet, Millet İttifakı, denenmiş köhnemiş parlamenter sistemi cilalayıp tek adam yönetiminin alternatifi olarak gösteriyor.
Yani aslında karşımızda Ekim Devrimi’ne giden günlerde Vipuri kırsalındaki güvenli evden gelecek talimatı bekleyen bir Bolşevik Merkez Komite üyesi var. Ama işte orada zamklanıp kalmış.
Yalçıner, “bakan” sözcüğünün fazla burjuva bulunup adına Halk Komiseri dendiği günlerin küflü nostaljisini içine çekiyor. Yalnız da değil. Çevresi, takipçileri de böyle. Türkiye’de solun ucubeliği burada.
Yalçıner’in örümcek beyinli şeyhlerle yarışan köhne dünyasında ulus devletlere ve cumhuriyet rejimlerine karşı küçümseme ve aşağılama vardır. Bu yüzden sovyet, yani “şûra” yani mikroskobik ölçüde temsil fetişizmi propaganda edilir. “Kararları liyakatli kişilerin değil; fabrika, okul, mahalle, ilçe, il ve ülkede, her kademede örgütlenerek” almaktan dem vurması bundan.
Ne var ki fabrikada yönetimi devralacak 10 tane işçi, yine kendi aralarında liyakat aramayacak mıdır? Yazının komikliği ve tezin gereksizliği burada patlıyor zaten.
O halde liyakat düşmanı Yalçıner’i mutlu edecek olan nedir? Fabrikada en beceriksiz, okulda en hayta, mahallede en dangalak, ilçe ve her yerde mümkün mertebe en liyakatsiz ve en geri zekalıların iktidarı mı? Tüm iktidar beyin özürlülere mi?
Belki de okunma oranı arttıkça Evrensel yazarı Mustafa Yalçıner ve gazete çevresini afakanlar basıyordur, ha? Marksistler, cahil halkın ferasetine güveniyor demek…
Sovyetlerde bile böyle değildi, demek isterdim. Aslında Sovyetlerde tam olarak böyleydi.
Mesela tek liyakati Dojd’a, yani Reis’e sadakat olan ferasetli “halk çocuğu” bahçıvan Lisenko’yu bilmez mi Yalçıner?
Tıpkı Yalçıner gibi keskin bir burjuva düşmanı olan Lisenko, genetik bilimini gerici burjuvanın ırk oyuncağı ilan etmiş, Sovyetlerdeki tüm biyologlara Lamarkçılık dayatmıştı. Paranın oyuncağı olmamış özgür bilim, evet!
Yoldaş Dojd’un oluru, Lisenko’nun emriyle milyonlarca ton tahıl, dayanıklılığı artsın diye Sibirya soğuğunda bekletildi. Tohumlar güçlenecek, 1’e 10 verecekti. Sonuç tabi ki facia oldu. “Liyakatsiz halk çocukları” koca bir coğrafyayı kıtlığa mahkûm etti.
Gerçi, “Yoldaş Lisenko’nun fikri gelmiş. Ne diyorsunuz ey Sovyet halkı?” diye sorsalar, Gulag korkusuyla şûralardan doğrudan demokratik karar da çıkartılabilirdi.
Ama Yalçıner tipi dinozor sol, tahminimce bundan da memnundur. Milyonlar kıtlıktan ölmüştür ama “halk iktidarında” ölmüştür. Burjuva piyasacılığın sahtekâr “halk için iktidarının” liyakatli eşitsizlik merhemine el açılmamıştır…
O kadar komik ama bir o kadar da kompleksli:“‘Kurtaracağım’ diyenlerden biri darbeci başı Kenan Evren’di ve biz, ‘halkın hizmetkarıyız’ diyenleri çok gördük. Son örneği, bugünkü iktidar. Kapitalistlerin egemenliğine dokunmayan ve kapitalist sömürü düzenini restorasyonlarla ihya etmeye çalışan herkes…”
Parlamenter sistemi kötülerken darbeci Kenan Evren’i gündeme getirmenin ardındaki rutin sinsiliği de fark etmek gerekir. Bugünkü iktidarın neyin “son örneği” olarak takdim edildiğini de…
Buradaki Atatürk nefreti, liberallerinkiyle yarışır cinsten. Sömürü düzeni Atatürk’ten Kenan Evren’e, oradan da Tayyip Erdoğan’a… Bütün karın ağrısının merkezinde bu kabul var zaten. Kabile ekonomisini neoliberal kapitalizm, Ağaoğlu gibi türedileri burjuvadan saymalarının altındaki liyakatsizliğin sebebi bu.
21 yılın sonunda inim inim inleyen ülkede muhalefeti, hem de liyakat istediği için, yerden yere vurup “ne o, ne bu” edebiyatı yapan böyle bir solu kimse hak etmiyor. Ve AKP’nin iktidardan gidişini “bir iki gülle bahar gelmeyecektir” bozuntusuyla karşılayacak kadar “halk düşmanı” bir sol, tam da bu yüzden kimsenin ilgisini çekmiyor.