Gideon Rachman isimli İngiliz gazetecinin imzasıyla Financial Times’ta yayınlanan bir makale, Avrupa’nın Erdoğan’a ve AKP’ye bakışını ortaya koymak açısından çok önemli noktalar içeriyor. Rachman yazısına “Türkiye’yi neden NATO’dan çıkarmıyoruz?” sorusuyla başlamış. Bu sorunun batıda da sorulması; AKP’nin NATO karşıtı sert söylemlerinin batıda da rahatsızlık yarattığını, içinde Türkiye’nin olmadığı farklı alternatiflerin de tartışıldığını gösteriyor.
Rachman, Erdoğan’ın neden “deliğe süpürülemeyeceğini” ve batının neden Erdoğan’dan “faydalanması” gerektiğini politikacı üslubuyla anlatmış. O’na göre “Erdoğan sinir bozucu ancak vazgeçilmez bir müttefik.”
Erdoğan’ı muhalifleri susturması ve demokrasiyi kısıtlamasıyla Putin’e benzeten Rachman her şeye rağmen Türkiye’nin yeni NATO konseptine göre büyük stratejik öneme sahip olduğunu ve batının bundan vazgeçmesinin ise “stratejik bir felaket” olacağını yazmış.
Rachman, yazısında Batı açısından en büyük tehdidin Rusya’nın genişlemesi ihtimali olduğunu, Türkiye’nin Akdeniz’deki varlığının ve Boğazlardaki hakimiyetinin önemli bir güvenlik bariyeri işlevi taşıdığını dile getiriyor. Buna göre Türkiye’nin NATO’dan çıkacağı bir senaryo Ukrayna’yı karaya sıkıştıracak, Rusya’nın Akdeniz’e dayanacağı bir durum yaratacak ve bu Batı açısından en büyük tehlike.
İçimizdeki liberalleri hayal kırıklığına uğratsa da yazıda ifade edildiği gibi stratejik önemi sebebiyle Erdoğan’ın baskıcı uygulamaları Batı açısından görmezden gelinebilir. Çünkü “Rusya’nın aksine, Türkiye NATO’ya tehlike oluşturmuyor.”
Yazıda “ikincil” olarak vurgulanan diğer bir nokta ise Erdoğan’ın milyonlarca Suriyeliye koruma sağlaması ve bu “insani hamlenin”, Avrupa Birliği’nin üzerinden ciddi bir yük alması.
Rachman, bir gazeteci olarak değil batının çıkarlarını gözeten “ortalama bir vatandaş” olarak Erdoğan ve Batı arasındaki “kazan kazan” ilişkisini açıkça anlatmış.
Her ne kadar Türkiye liberalleri bunu kabul etmek istemese de “hür dünya” ve İslamcı AKP arasında karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi söz konusu. AKP iktidara gelirken Batı’ya verdiği taahhütler geçerliliğini koruyor. “Liberallerimiz” Erdoğan’ın kendileriyle olan köprüleri atması gibi, Batı’yla da köprüleri tamamen atmasını temenni ediyor ancak bu beklenti sadece hayal kırıklığı yaratacak.
Bizim liberaller “yetmez ama evet” dedikleri dönemde az da olsa bir “özgül ağırlık” taşıyorlardı; AKP’ye geçerek bunu da yitirdiler, ardından gelen dönemde Erdoğan’a verebilecekleri bir şey kalmadı ve deliğe süpürüldüler. Oysa Batı’nın Erdoğan’a verebileceği çok fazla şey var. Dönem dönem gerilimli bir ortam oluşsa da son aşamada iki tarafın da çıkarları ortak olduğu için bir “kopuş” yaşanmıyor.
Sırtını büyükelçiliklere, dış güçlere dayayarak var olmaya çalışan liberal anlayış; AKP’nin de aynı anlayışla iktidarda kalmasına kızıyor. Ancak ilişkinin diğer tarafı olan Batı’nın iki yüzlülüğünü eleştirmeye cesaret edemiyor.
İktidar ise Batı’yı kimi zaman iç destek sağlamak kimi zaman da “küresel gücünü” ispatlamak adına bir kaldıraç gibi kullanamaya devam ediyor. Batının temel talepleri karşılandığı sürece bu “gerilimli” tiyatroyu izlemeye devam edeceğiz. Bizleri güldüren ama liberalleri fazlasıyla ağlatan bir müsamere!