Erdoğan’ın 28 Ekim Cuma günü katılacağı “Türkiye’nin Yüzyılı” programına Çiğdem Toker, Nevşin Mengü, Soner Yalçın, Uğur Dündar, İsmail Saymaz, Özlem Gürses, İsmail Küçükkaya, Fatih Portakal ve Deniz Zeyrek gibi muhalif olarak tanınan gazeteciler davet edilmişti.
Gazeteciler, bugün itibariyle davete icabet edip etmeyeceklerini beyan etmeye başladılar. Erkan Karaarslan’ın dün Türk Solu’nda yazdığı gibi, bu davet bir aslında AKP için bir propaganda fırsatı ve bu isimler de AKP için sadece vitrin süsü, konu mankeni olacaklar.
Bu davet, yukarıda adı geçen isimler açısından bir turnusol kağıdı aynı zamanda. Eğer gerçekten muhalif iseler bu davete icabet etmeyeceklerdir. İcabet edenlerin ise muhalifliğinin üzerine şerh düşülecektir.
Davet edilen gazetecilerden Fatih Portakal, Youtube kanalında yaptığı açıklamada davete “gazeteci kimliğiyle” katılacağını açıkladı. Fatih Portakal, bir zamanlar AKP’nin en çok uğraştığı isimlerden biriydi. Sonrasında mesleği bırakarak çiftçiliğe başlamıştı. O nedenle Portakal’ın cevabının benim gözümde gazetecilik açısından bir değeri yok. Elbette ki Fatih Portakal kendini gazeteci olarak tanımlayabilir ve bu kimlikle istediği toplantıya katılır.
Benim “gazeteci kimliğiyle” denince aklıma gelen ilk şey, Perinçek’in Apo’yla sarmaş dolaş olup gül vermesi olduğu için “gazeteci kimliğiyle” bir yerlere giden herkese şüpheyle bakıyorum.
Çiğdem Toker, davete katılmayacağını net bir şekilde bildirerek tavrını ortaya koydu. Çiğdem Toker, bugün yazdığı yazısında “Ben iktidar yanlısı olmayan gazetecilerin ‘davet’ edilmesinin anlamlı bir strateji değişikliği falan değil, basbayağı bir pragmatizm olduğunu düşünüyorum. Yukarıda anlattığım bir siyasi iklim içinde bu toplantıya katılmamın iktidar açısından meşruiyet devşirme aracı olarak kullanılacağı kanısındayım. O nedenle katılmayacağım.” dedi.
Özlem Gürses, başka bir programı olduğu için davete katılamayacağını ancak başka bir davete katılmak istediğini söyledi. Gürses, İletişim Başkanlığı tarafından basın kartı iptal edilen gazetecilerden biri. Davet gelince sormuş, “Benim gazeteci kimliğim iptal edildi, salona nasıl gireceğim” diye, karşısındaki görevli de demiş ki, “girişleri ayarlayacağız.” İşte ciddiyet düzeyi bu olan bir toplantıdan bahsediyoruz.
Deniz Zeyrek, katılıp katılmamak konusunda kararsızlık yaşayanlardan. Bir Ankara gazetecisi olarak katılmak istediğini, ancak kurumsal olarak Sözcü gazetesi yasaklı olduğu için ikilemde kaldığını, son kararını toplantı günü yasağın kaldırılıp kaldırılmayacağına göre vereceğini söyledi.
Nevşin Mengü, yine Youtube kanalında gidip gitmeyeceğini açıklamasa da bu tür davetlere gidilmesinden yana olduğunu söyledi ve şunu sordu: “Gitmek ya da gitmemek, bütün mesele bu mu?”
Cevap veriyorum: Evet, gitmek ya da gitmemek, işte bütün mesele bu!
Deniz Zeyrek’in takıldığı konu önemli. Yani çalıştığınız gazete yasaklıysa, yasak koyanın toplantısına gider misiniz? Yani, AKP ile basının hayatına giren, daha doğrusu basının hayatını karartan akreditasyon meselesi.
Banu Güven de akreditasyon konusuyla ilgili farklı bir açıdan yaklaşmış konuya: “Gazetecilerin Cumhurbaşkanı’nın programını, katılacağı bir etkinliği ya da basın toplantısını takip etmesi kadar doğal bir şey yok. İşimizin gereği bu. Kurumsal ya da serbest çalışıyorsanız, bireysel olarak akreditasyon için başvurursunuz, sonra gider etkinliği izler, basın toplantısıysa, sorunuzu sorarsınız.”
Peki bir gazeteci, bağımsız veya herhangi bir kurum adına, haber yapmak için iktidardan izin alır mı? Ya da akreditasyon dediğimiz şeyin gazetecilik mesleği açısından bir hükmü var mı?
Gazeteciyseniz, haber olan her yere gidersiniz, herkesle görüşürsünüz, haberinizi yaparsınız. Bir tek askeri konular istisnadır, çünkü orada hem gazetecinin can güvenliği söz konusudur, hem de her gazeteciyim diyeni askeri toplantılara almanın güvenlik açısından sakıncaları olabilir. Bunun dışında akreditasyon dediğimiz şeyin gazetecilik açısından bir hükmü yoktur.
Erdoğan’ın söz konusu toplantısı için akredite gazetecileri kim belirliyor? İletişim Daire Başkanlığı. Hani şu Özlem Gürses’e, “siz gelin, basın kartı işini kapıda hallederiz” diyen kurum. Şimdi bunlar mı bir gazetecinin bir haberi yapıp yapamamasına izin verecekler?
Akreditasyon dediğimiz şey, gazeteciler arasında ayrım yapmaktan başka hiçbir şeye yaramayan, yasakçı bir uygulamadır ve gazetecilerin her şeyden önce buna tepki vermesi gerekir.
Bir gazete ya da televizyonda, bir habere hangi muhabirin gidip gitmeyeceğine gazete yönetimi karar verir, iktidarın iletişimden sorumlu memuru değil!
Örneğin bu akreditasyon işi ilk ortaya çıktığında tüm gazetecilerin tepki göstermesi, “Böyle şey olur mu? Gazeteci dediğin haber yapmak için izin almaz!” demesi gerekirdi. Hatta bu yasağı koyan parti, kişi, iktidar vs, kim olursa olsun, onunla ilgili hiçbir haber yapmamaları gerekirdi. AKP kendi basınında kendi haberlerini yapsın dursun. Madem haber yapılmasına izin verilmiyordu, basın da haber yapmazdı.
O zaman bunu yapmayan gazeteciler, bugün Deniz Zeyrek örneğinde gördüğümüz gibi ikilemde kalıyorlar. Toplantıya gitmek istiyorlar ama diğer taraftan çalıştıkları gazetenin toplantıya muhabir gönderip haber yapması yasak.
Soru sorup sormama konusunu hiç açmıyorum. Kimin katılacağının bile belirlendiği bir toplantıda, katılan gazeteciler sanıyorlar mı ki istedikleri soruyu sorabilecekler?
Sonuç olarak elbette davet edilen herkesin kişisel tercihidir, isteyen gider, isteyen gitmez. Herkesin gazeteciliği yasaklayan, daha yeni bir sansür yasası geçiren iktidarın, muhalif gazeteci soslu basın özgürlüğü tiyatrosunda dekor olma hakkı vardır.
Ben kendi adıma gitmeyen herkese mesleklerine ve kişiliklerine saygı gösterdikleri için sadece aynı saygıyı gösterebilirim. Gidenlere de yolları açık olsun demekten başka elimden bir şey gelmez.