ABD’deki terör zinciri, halihazırda kaynayan Orta Doğu, tuhaf uçak kazaları ve bir yoğun patırtılar arasında 2025 yılına görüldüğü gibi çok hızlı bir giriş yapıldı.
Panta Rei: Her şey akar!
Antik Yunan’dan günümüze intikal eden aynı nehirde ikinci kez yıkanılamayacağını ifade eden bu özdeyiş, bu dünya döndükçe hep var olacak bir hakikat olan “değişim” olgusunun vurgusudur. Bilindiği üzere burada ikinci kez yıkanmaya çalıştığınız suyun bir önceki sudan farklı olduğu, kişinin kendisinin de artık az da olsa bir değişime uğradığı ifade edilir. Yani ne su artık eski sudur ne de siz eski sizsiniz… Günümüz modern tıp olanaklarıyla bu önerme doğrulanabilmekte ve daha iyi anlaşılmaktadır. Yakın Çağ’ın başında Marks’ın Hegel’den alıntılayarak ifade ettiği “Tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekerrür eder!” deyişi de bu baştaki önermenin siyasi tarih açısından bir eşleniği sayılır.
20 Ocak’ta resmen göreve başlayacak yeni Trump yönetimi için de bu değişim doğası geçerlidir. Daha önce de anlattığımız üzere Çin politikası ve İsrail ile sürdürülen stratejik ortaklık hususlarında Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında bugün itibarıyla bariz politika farkları zaten bulunmuyor. Daha çok Trump’ın NATO şüpheciliği dolayısıyla Rusya ile nispeten daha uyumlu siyasi duruşu ve “Önce Amerika” doktrininin bir parçası olarak dış ülkelerden askeri güçleri çekmesi gibi farklar dikkati çekiyor. Suriye’deki çözülmeyle ufukta yeni büyük tehlikeler ortaya çıkaran yeni jeopolitiğin gölgesinde son olarak bazı şüpheleri daha da arttırır mahiyetteki terör eylemlerinin peş peşe ABD içinde vuku bulması aslında sadece bu eylem haberlerinin yine o eski bayatlamış tarzda servis edilişiyle bile kendisini ele vermiştir. Bir yandan toplum bu dehşet dalgasıyla alarma geçirilerek meşru zemin oluşturuluyor, bir yandan da yeni yönetime ince ayar çekilmiş oluyor. “Eskisi gibi uzaktan seyredemezsin, olaylara daha aktif müdahil ol! ‘Make America Great Again’ diyorsan tehlikenin evine gelmesini bekleme!” gibi bir mesaj verildi. Geçmişte itiraf ettikleri haliyle yine kendi imalatları olan IŞİD dehşeti bahanesiyle bölgede son dizaynı yapacaklardır. Ancak buradaki paradoks, adeta katalizör gibi her seferinde kullandıkları IŞİD vb. kökten dinci terörist yapıların geçmişte hiçbir şekilde İsrail’e karşı bir eylemde bulunmamış olmalarına hatta ağırlıklı olarak İran destekli gruplara karşı öncelikle cihat etmekte olmalarına karşın İsrail’in güvenliği açısından kullanılıyor oluşudur. Buradaki ısrar ve yeni yönetimi ikna edecek argüman; en iyi savunmanın saldırı olduğu argümanıdır. Bu ısrar sonuç verir de sonunda vekalet savaşını aşacak derecede bir çılgınlıkta askeri yoğunluk başlarsa zaten bunun karşında duracak bir güç şimdilik yok. Fakat buna gerek kalmadan İsrail saldırganlığını ve Kuzey’deki Kürt oluşumunu destekleyerek devam etmeye çalışacaklardır. Sonuçta, parası rezerv para bile olsa dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD için de savaşın bir maliyeti söz konusudur.
NATO üyeliği muhafazakâr gericilik için en iyi ortamı sunmuştur
Bölgede ciddi bir yenilgi tattırılan Rusya ve neredeyse tamamen süpürülmüş İran’ın yanı sıra olaylardan iç siyaset malzemesi çıkaran küçük hesaplar peşindeki Türkiye’deki rejim Batı ittifakı ve İsrail saldırganlığı için eşsiz bir ortam sunmaya devam ediyor. Bilhassa Türkiye’de sağ iktidarlar üye olunduğu günden beri NATO’nun sağladığı koruma kalkanıyla her türlü şımarıklığı yapmakta ve toplumu kandırmaktadırlar. Son yirmi iki yılda bu daha da zirve yapmıştır. Burada çıkarların örtüşmekte olduğu yani siyasal İslam ve Batı ittifakı için oyunun bir kazan-kazan oyunu olduğu söylenebilir. Türk sağı kendi kitlesini “Bugün değil ama bir gün mutlaka” diyerek narkozlamakta ama her seferinde daha çok Batı kulübünün tahakkümü altına girmektedir. Bu utanç kendilerine yeter de artar, o yüzden tavsiyem susup oturmalarıdır. Siyasal İslam ya da bazı yerlerde müstehzi haliyle “CIAsal İslam” olarak tabir edilen din dışı hain proje tam da böyle bir şeydir ve bu ortadayken bile “siyasal Alevilik” diye absürt bir kavram uyduruldu. Teolojik ve tarihi arka planına girmeden şu kadarını söylemekle yetinelim; Komşudaki yangınla içeriyi bunaltmak dışında bir sonuç üretmeyecek bu satılık söylemin sahipleri ateşle oynuyorlar.
Her şey bir yana, tekfircilik ve tefrika yoluyla gavurdan önce kendi dindaşını boğazlayan bu zümreden Batı niçin korksun ki? Oysa öz güveni tam, kadınlı erkekli meclislerde medenice tartışıp etki gücü yüksek kararlar alabilen Müslüman toplum (ya da herhangi bir topluluk) Batı iki yüzlülüğü için daha büyük tehdittir. İşte yine bu açıdan Türk Solu, yani yurtsever ve toplumcu hareketler onlara tamamen zıttır. Çünkü yerli bir sol söylem hem kendi yurdunun üzerinde bir kalkan olacak hem de ezilen halklarla doğal bir dayanışmanın zorunluluğu olarak başka yerlerdeki planları açığa vuracaktır. Bu yıl ve önümüzdeki yıllar her memlekette bu türden sol oluşumlara ihtiyaç olduğunu söylersek abartmış olmayız. Ne yazık ki, bu bağlamda Avrupa’daki sol partiler bile bugün utanç verici bir yerde konumlanmış durumdadırlar ve şaşılacak bir halde Avrupa sağı daha müspet konuma geçmiştir.
Ne Noel ne Yılbaşı ortaya karışık bir arapsaçı!
Türkiye’nin hurafeler ve gericilik tarihi albümünden her yılbaşı öncesi çıkarılıp bıkkınlık getirircesine insanlara dayatılan bir tuhaf tekerleme; Müslüman noel kutlamaz…!
Bir cehalet sonucu ya da kimilerinin bilerek Noel bayramını ve yılbaşı gecesini birbirine karıştırarak yaptıkları bu toplu taciz aslında büyük bir kepazeliktir. Katolik-Protestan ağırlıklı Avrupa ve ABD’de 25 Aralık olarak kabul edilen Noel için aslında en önemli an 24 Aralık akşamıdır.¹ Dini olsun ya da olmasın o akşam herkesin evlerinde ailecek veya yakın arkadaşlarıyla çam ağacının etrafında dönerek geçirdikleri ve gelenleri de ılık ve baharatlı şaraplarıyla karşıladıkları en önemli gecedir. Bizdeki Ramazan ayına benzer biçimde Aralık ayının başından itibaren başlarlar bu gecenin hazırlıklarına ve o sebeple dağıtılan hediye/şekerleme takvimleri bile 24 kutudan müteşekkildir. Yılbaşı gecesi ise bununla hiçbir ilgisi olmayan bir gecedir. Doğu kiliseleri noeli yılbaşından sonra (6-7 Ocak) idrak ettiği için bu pratik Türkiye’de tam anlaşılmayabilir ama her halükarda noel ve yılbaşı ayrıdır.
Ancak şunu sorgulamalıyız; insanların din ve vicdan hürriyetinin garanti altına alındığı Türkiye’de, Hıristiyan yurttaşlarımızı da üzme pahasına süren bir takım aşağılamalar ve Noel Baba düşmanlığı niyedir, nedir bu hırçınlık?
Kadim topraklar kabul edilen Türkiye’de bizler kendi değerlerimize bu kadar mı sahip çıkıyoruz? Mutaassıp hırçınlık zaten hep böyleydi ama güya entel ama özünde Batı’ya öykünen varlıklı zümrelerde de durum pek iç açıcı değil. Neredeyse maskeli baloya dönüştürülmüş en sapkın yılbaşı gecesi partilerinde dahi görülen Noel Baba kostümü ne alaka Allah aşkına!
Açıkçası hakkındaki rivayetler doğruysa ben Noel Baba (Santa Nikolaus) ile hemşehri olmaktan mutluluk duyar ve ülkemin bir değeri olarak görürüm.
Ferdi Tayfur’a …
Dün akşam bir büyük sanatçımızı daha ebediyete uğurladık. Öyle herkese nasip olmaz ve harcı da değildir Ferdi Tayfur gibi bir ses ve yorum kabiliyeti. Esasen o tarz bana hitap etmediği için müzikal bir değerlendirmede bulunmak istemem ancak gerçek bir Yeşilçam tutkunu olarak şahsımı derin hüzne sevk eden bir vefat olduğunu ifade etmeliyim. Geçmiş bir zaman yine bir başka değerli sinema emekçimizin cenaze merasiminde sarf edilen şu sözler aklıma geldi: “Birer birer göçüyoruz ve artık diğer tarafta çoğalmaya başladık.”
Mevzu biraz da böyle galiba. Zamanın ve doğal olarak değişimin durdurulduğu öte alemde yaşanacak Yeşilçam’ın o büyük galası…
Allah’tan kendisine rahmet, sevenlerine sabır dilerim.
Dipnot:
1) İbrahimi dinlerin bir karakteristiği gibidir vakit tayinindeki kriterler. Musevilerin Şabat gününün Cuma günbatımına doğru başlaması; yine benzer şekilde Müslümanların Cuma’yı Perşembe gecesi itibarıyla idrak etmeye başlamaları bunun örnekleridir.