HTŞ hareketinin öncesinde ortada bir dizi maskeli balo gibi bir süreç yaşanıyordu. Bunların ilki, Astana ve Soçi sürecinin ittifakları olarak Rusya, İran, Türkiye ve Suriye ittifakı olarak ortaya çıkan modeldi. Bu model, Avrasyacıların İsrail-ABD çizgisine karşı dünya devriminin cephesi olarak yorumlanmakta ve Çin’e giden yolun Suriye’den ve Kıbrıs’tan geçtiği söylenmekteydi.
Olaylara baktığımızda, Esad-İsrail ilişkilerinin Rusya aracılığıyla kurulduğu ortaya çıkmakta. İran’ın Suriye’deki milis güçlerinin liderlerinin İran’daki konumları Suriye’den daha etkin bir pozisyondaydı. Bunun nedeni, Suriye’de Esad yönetimi İran’ın Suriye’deki egemenliğinin sonucu Suriye’deki İranlı liderlerin konumlarını İsrail’e bildirerek, İsrail’in füze ataklarıyla Suriye’deki tüm İranlı liderlerinin öldürülmesi, Suriye’nin bir ihbarı sonucu olduğunu Türk Solu’ndaki yazılarımda ortaya koymuştum.
Diğer taraftan Türkiye’nin Esad’la görüşmesinin önündeki engel olarak İran’ın Türk Ordusu’nun Suriye’deki güçleri ve ittifaklarının Suriye dışına çıkmasını şart koşması görülüyordu. Sonuç olarak Suriye rejimi adeta İran’ın rehini konumuna düşmüştü.
Diğer taraftan Rusya-HTŞ ilişkilerine baktığımızda, birbirlerine düşman gibi gözüken ancak süreç içinde çıkarları birleşen bir pozisyon ortaya çıkmıştır. HTŞ’nin son Şam’ı ele geçiren yürüyüşü, Rusya’nın tüm davranışlarını incelediğimiz zaman, Rusya’nın tüm kara güçlerinin çekilmesi sayesinde olmuştur. Putin’in Esad’ın devrilmesinin ardından verdiği röportajda “Biz Suriye’de yenilmedik. Bizim Suriye’de kara gücümüz yoktu, sadece deniz ve hava güçlerimiz vardı.” Demesi, Rusya ile HTŞ arasındaki ittifakın ipuçlarını içermektedir. HTŞ ile Rusya arasında bir ilişki olmasaydı, HTŞ’nin İdlib’de örgütlenmesine de izin verilmezdi. Ayrıca HTŞ, Rus bölgesi olarak görülen Lazkiye tarafına asla geçmemiştir.
HTŞ 350 kişilik bir grup olarak, 30 bin kişilik İran milisleri ve Esad ordusunu Halep’ten kaçırtmıştır. Burada da çok ilginç bir nokta vardır. İlginç bir şekilde, HTŞ, Halep’te bir tek PKK’nın mahallelerine dokunmamış, hatta bu mahalleleri ele geçirmeye çalışan Suriye Milli Ordusu’nun güçlerine engel olmuştur.
Bu yaşananlar, Rusya-ABD-Türkiye arasındaki bir anlaşmanın ürünüdür. HTŞ’nin IŞİD liderlerinin yerini ihbar ederek ABD’nin bu isimleri vurmasını sağlaması, HTŞ-ABD ilişkisini göstermektedir.
Türkmen güçlerini dinlediğimizde ise, Halep’e girmek isteyen Türkmenleri engelleyen bizzat HTŞ olmuştur. Diğer taraftan, HTŞ organizasyonda Suriye Milli Ordusu’nun komutanlarına herkese verdiği general yetkilerini vermemiştir.
Trump, “HTŞ’nin anahtarı Türkiye’dedir” demektedir ancak durum tam olarak böyle değildir. HTŞ, Türkiye’nin milisi olan Suriye Milli Ordusu gibi güçlere çok da sempatik bakmamaktadır.
***
Maskelerin düşmesi sonucu ortaya çıkan fili durum şöyledir: Basra Körfezi’nden Antakya’ya ulaşacak Kürt koridoru, Türk Ordusu’nun müdahalesiyle parçalanmıştır. Bu koridor, bugün Kamışlı ve Kobani’deki ABD askeri üslerine dönüşmüştür. Nasıl ki, Türkiye’deki Amerikan üslerini dışlayamıyorsak, Suriye’deki yeni yönetim de bu Amerikan üslerini dışlayamayacaktır ve görünen o ki, bu üsler burada yer almaya devam edecektir. Bunun dışında, Azerbaycan-Türkiye-Suriye ve İsrail bir koridor/kuşak olarak işbirliği içinde yer alacaktır. Bu kuşak, Türkiye-Suriye işbirliğinin, Azerbaycan-İsrail işbirliğiyle Türkiye-Azerbaycan ilişkileri neticesinde birleşmesi ile ortaya çıkacaktır.
Bu anlamda, Basra’dan Akdeniz’e kurulacak bir Amerikancı Kürt koridoru yerine Kızıl Deniz’den Hazar’a uzanan yeni bir Amerikan koridoru kurulmuş olacaktır. Böylece ABD, bırakın ülkesine dönmeyi, küreselleşmeyi artırmaktadır. Kanada’yı bir eyalet olarak ABD’ye katmayı hedefleyen Trump, Panama’da da aynı hedeflere sahiptir ve küresel bir ABD peşindedir.
***
Musul, Kerkük, Halep, Hama, Humus ve Afrin gibi bölgelerdeki Türkmen egemenliği, “Suriye üniter bir devlettir” denilerek engellenmektedir. Ancak, ABD üslerinin yer aldığı Kürt bölgeleri (Kobani ve Kamışlı), Dürzi bölgeleri (Golan tepeleri) ve Rus üslerinin yer aldığı bölgelerdeki Nusayri nüfusu, fiili bir özerklik kazanmış durumdadır.
Türk devleti, Türkmenlerin yeni anayasadaki konumlarını kuvvetlendirmek için çabalamalıdır. Ayrıca, Türkmen bölgelerine yönelik Kürt göçü engellenmeli, Türkiye’den gelen Kürtlerin Türkiye’ye, Irak’tan gelenlerin Irak’a dönmesi sağlanmalı ve bu bölgelerdeki demografik yapının Türkmenler aleyhine değiştirilmesinin önüne geçilmelidir.