Bugün 6 Ekim. Bundan tam 99 yıl önce Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in emrindeki TBMM Orduları, İstanbul’un işgalini sona erdirdi. 4 yıl 10 ay 23 gün süren işgal, Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa ve askerlerinin şehri kurtarmasıyla sona erdi.
İstanbul iki kez işgal edildi. İlk işgal Enver Paşa ve arkadaşları ülkeyi terk ettikten hemen sonra imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması hükümleri çerçevesinde 13 Kasım 1918’de İtilaf Devletleri’nin donanmasının İstanbul’a girmesiyle başladı.
Yıldırım Ordular Komutanı Mustafa Kemal Atatürk, cepheden döndüğünde İstanbul işgal edilmişti. Ünlü “geldikleri gibi giderler” sözü, işgal donanmasına karşı söylenmişti.
İkinci işgal ise son Osmanlı Meclis-i Mebusânı’nın Misak-ı Millî kararı almasından sonra 16 Mart 1920’de gerçekleşti. İtilaf Devletleri Meclis’i dağıttı, mebusların liderlerini tutukladı, İstanbul’daki karakolları ve askeri noktaları işgal etti ve tamamen idareye el koydu. Beyazıt’taki 10. Kafkas Tümeni’ne bağlı karargâhı basan İngiliz işgal güçleri, koğuşta uyuyan askerleri kurşuna dizdiler.
5 yıla yakın süren işgalin bu en karanlık günlerinde, son padişah Vahdettin her an teslimiyet ve ihanet içinde oldu. İkinci işgalden ve Meclis-i Mebusân İngiliz işgal kuvvetleri tarafından dağıtıldıktan hemen sonra, Vahdettin işgalcilerin taleplerini eksiksiz yerine getirmek için hain Damat Ferit’e yine kabine kurma görevi verdi.
Bu hainler, aslında yıkılmış olan Osmanlı Devleti’nin adını ve mührünü İtilaf Devletleri’nin ve Yunan Ordusu’nun emrine verdiler. İşgal yıllarında İstanbul’da vatanseverlere ve Kuvayı Milliyecilere yönelik zulüm ve işkenceler aralıksız sürdü.
Daha 1919 yılında, vatan haini Vahdettin’in onayı ve gözetimi altında kurulan sahte Divan-ı Harp Mahkemesi’nde, Nemrut Mustafa Paşa’nın kararı ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin fetvası ile idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı Mehmed Kemal Bey’in son sözleri, Türk tarihinin bu karanlık dönemini en iyi şekilde özetlemektedir:
“Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet. Benim sevgili kardeşlerim asil Türk milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Vatan uğruna cephede ölen bir insan gibi şehit gidiyorum. Allah vatana, millete zeval vermesin!”
İşgal yıllarında İstanbul’da yaşanan ahlaksızlıklara ve alçaklıklara ne Vahdettin ne de tek bir saltanat üyesi karşı çıktı. Hatta bunun da ötesinde, Vahdettin’in emriyle kurulan Kuvayı İnzibatiye isimli silahlı çete, İngiliz ve Yunan işgal kuvvetlerinin emrinde TBMM Orduları ve Türk ulusunu yok etmek için Anadolu’ya gönderildi. İşgal altındaki İstanbul’dan yönetilen ve çoğu din ve Hilafet savaşı adı altında kışkırtılan iç isyanlar yüzünden binlerce insan öldü. 16 Mart 1920 ile 1921 arasında süren iç savaş yüzünden zafer yıllarca gecikti.
Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve İzmir’in Kurtuluşu’nun ardından imzalanan Mudanya Mütarekesi’nden hemen sonra Refet Paşa TBMM’nin temsilcisi, Selahattin Adil Paşa ise şehirdeki Türk birliklerinin komutanı olarak İstanbul’a girdi.
Mudanya Mütarekesi daha imzalanmadan önce Damat Ferit İstanbul’dan kaçtı. Daha sonra Vahdettin, Nemrut Mustafa Paşa ve Şeyhülislam Mustafa Sabri de tıpkı Damat Ferit gibi İngilizlere sığınarak İstanbul’dan kaçtı. Lozan Barış Antlaşması imzalandıktan sonra ise işgal birlikleri tamamen İstanbul’u terk etti. TBMM birlikleri İstanbul’a girdiğinde, işgal yıllarında düşmanla işbirliği yapan hainlerin büyük kısmı çoktan İngilizlerle birlikte kaçmıştı.
Bugün pek çok AKP’li ve sözde İslamcı özde Haçlı uşağı hâlâ “keşke Yunanistan kazansaydı” diyor. İzmir’in Kurtuluşu’nun aslında bir kurtuluş günü olmadığını söyledikleri gibi bir tane bile AKP’li bile İzmir’deki kurtuluş kutlamalarına katılmadı.
Kendilerini tebrik ediyoruz. Onlar İngiliz ve Yunan işgalcisine vatanını, namusunu, ailesini, mahremini teslim edecek tıynette insanların manevi ve maddi torunudur. Ancak İzmir’in ve İstanbul’un kurtuluş gününü kutlamayarak bir dürüstlük yapmış olmadıklarını da not etmeliyiz.
Bu bir cüret gösterisidir. Eskiden gıkını çıkaramayan bu işgal artıkları bugün azmıştır. Türk vatanına 100 yıl sonra yeniden çöken ihanet çetesinin ne kadar utanmaz olduğunun bir ispatıdır bu azgınlıkları. Yeniden bir kurtuluşun ve Kurtuluş Savaşı’nın gerekliliğinin göstergesidir.
İstanbul’un kurtuluşu, bütün Türk milletine kutlu olsun.
Günümüzün vatan hainlerine, Mustafa Sabrilerine, ABD donanmasını kıble alan İsmaillere, İngiliz uşağı deli Kadirlere ve onlara üstat diyen hırsızlara kutlu olmasın!