İhanet kavramı
‘İhanet’, Türkçede çok sık kullanılan, belki de ‘tüketilen’ kelimelerden birisidir. Herkes herkesi olur olmaz yerde ihanet etmekle itham edebilmektedir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde bile:
“Sevgide aldatma, sadakatsizlik” olarak tanımlanması, kelimenin kök anlamından ne kadar uzaklaşıldığını göstermeye yeterlidir.
Oysa Kur’an dilinde ihanet, ‘sevgide aldatma’nın ötesinde daha esaslı, ideolojik bir anlama sahiptir.
İhanet kavramını en geniş şekilde işleyen Kur’an’dır.
İhanet/hıyanetin öznesi dini terminolojide emanettir.
“Filana ihanet ettim” demek, “Filanın emanetine ihanet ettim” demektir.
Şu hâlde ihanetin olabilmesi için öncelikle bir ‘Emanet’in olması gerekir. Yani kişi, bir söz vermeli veya bir şeyi muhafaza etmeyi, emin bir şekilde saklamayı taahhüt etmeli ki, sözünde durmazsa ya da emaneti iyi muhafaza etmezse ihanetten bahsetmek mümkün olsun.
Kur’an bu konuda çok net ve açıklayıcı hükmünü koymuş:
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. 4:58.”
Burada sözü edilen emanet; güven, güvenlik, itimat değer ilkelerini; ehli/ehliyet ise uzmanlık, bilgi, yetenek ve ahlak değer ilkelerini bünyesinde barındırmaktadır.
Burada hemen akla; “Diploma/eğitim, dürüstlük, liyakat, uzmanlık, tecrübe ve sadakat kavramları gelir…”
Kur’an; her tür görev ve sorumluluk üstlenmeyi, emanet olarak değerlendiriyor. Buna göre bütün siyasi-sosyal görevler birer emanettir. Buradan hareketle; Devlet ve bütün kurumları doğrudan milletin bir emanetidir.
Ayette geçen “Emânetleri ehline vermek” tabiri, işin özünü oluşturmaktadır. Bunu siyasi anlamda yorumladığımızda emanet, halkın işini üzerine almak, vekâleten onların işlerini yürütmek manasına gelmektedir.
Yani bütün devlet makamları birer emanettir. Bu makamlar saf anlamıyla ehil olan insanlara verilmelidir.
Bu değer ilkesi, doğal olarak; her türlü ayırımcılık, kayırıcılık, adam kayırma, torpil, ahbap-çavuş ilişkileri, partizanlık, yandaşlık, peşkeşçillik vs. dışlanmış ve mahkûm edilmiştir…
Şu hâlde devlet kurumunun temelinde yatan kavram, adaletten sonra emanet olmaktadır.
Geçmişteki Türk devletlerinde de bu ehliyet, liyakat meselesi en geniş şekliyle uygulanmıştır.
Ehliyet ve liyakatte önde olanlar, devletin (Hakan’dan sonra gelen) bütün görevlerine getirilmiştir.
Şunu açık ve net olarak söyleyebiliriz ki;
Daha yedinci asrın başından günümüze kadar bu siyasal İslam kadrosunun başında yer alan herkes yani (cehaletin var ettiği siyasal İslam ideolojisi) insana, İslam’a, Türk’e karşıdır ve ihanet içindedir.
Felsefi/düşünsel bir terimolarak ‘İhanet’
Felsefi ve düşünsel bir terim olarak “ihanet”, kişinin bir başkasının güvenine, sadakatine ya da bağlılığına ihanet etmesi anlamına gelir. Bu tür bir ihanet, etik ve ahlak felsefesi içinde derinlemesine incelenen bir konudur. Bu çerçevede, ihanet üç temel şekilde karşımıza çıkar:
1-Kişisel İhanet: Bireyler arasındaki güven ilişkisini ihlal eden, duygusal ve psikolojik zarar veren bir eylemdir. Örneğin, dostlukta güvenin kötüye kullanılması.
2- Politik İhanet: Devlete ya da topluma olan sadakatin sarsılmasıdır. Bu, ihanet suçu gibi ağır suçlar arasında yer alır.
3- İdeolojik İhanet: Kişinin, bağlı olduğu düşünce sistemine ya da inançlarına aykırı hareket etmesidir.
Modern ihanetler; gençliğin kıyımı
“Tükenmiş bir devri, Bir kültürü yaşatacağız safsatası ile tekrar eğitim tezgâhına koymak, aptallık değilse ihanettir.”
Ali Demirsoy
Türk gençliğinin kıyımını biz en somut olarak 1960 ve 1970’li yıllarda Türk Harp Okulları’nda yaşanan toplu tasfiyelerde görürüz.
Bu yıllarda Türkiye, askeri darbeler ve siyasi istikrarsızlıklarla sarsılmıştı.
Darbe sonrasında Harp Okullarındaki tasfiyeler, darbeci subayların gelecekte muhtemel muhalif subayların yetişmesini engellemek ve orduyu daha fazla kontrol altında tutmak için yaptığı hamlelerden biriydi.
Bu durum artık erbabınca bilindiği üzere bir NATO organizasyonuydu…
Bu dönemde ordu içindeki tasfiyeler, ideolojik ayrışmalar, üniversitelerde ideolojik şiddetli ve politik çatışmalar sürüp gitti.
Türk gençliği tasfiye ediliyordu…
Bu süreç, Harp Okullarındaki eğitimi ve öğrenci yapısını doğrudan etkilemişti
Bu tasfiyeler, sadece bireyler üzerinde değil, TSK’nın gelecekteki komuta kademesi üzerinde de etkili oldu. Harp okullarından ihraç edilen öğrenciler, askeri kariyerlerine devam edemezken, bu tasfiyeler ordunun uzun vadeli yapılanmasını ve ideolojik yapısını şekillendirdi.
1960 ve 1970’li yıllarda Harp okullarında gerçekleşen bu toplu tasfiyeler, Türkiye’nin hem askeri hem de siyasi yapısının dönüştüğü kritik anlar olarak tarihe geçti.
Bu tasfiyeler, TSK içinde askeri eğitimde ve Türkiye’nin gelecekteki siyasi dinamiklerinde derin etkiler bıraktı.
12 Mart 1971’de, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hükümete verilen bir muhtıra, Türkiye’deki siyasal krizleri daha da derinleştirdi. Bu muhtıra doğrudan bir darbe olmasa da hükümeti istifaya zorladı ve ülke bir ara rejim dönemine girdi.
Solcu ve Aşırı Sağcı öğrencilerin tasfiyesi
1971 muhtırası sonrasında Harp Okulları’nda ideolojik ayrışma daha da belirginleşti.
Solcu ve sağcı öğrenciler arasında ciddi çatışmalar ve gerilimler yaşandı. Bu ideolojik farklılıklar, askeriyeye de yansıdı.
Harp Okulları’nda sol eğilimli öğrenciler ve subaylar “komünist” olmakla suçlanarak hedef alındı.
Aynı şekilde, Türkçü, Milliyetçi guruplar da faşizmle ilişkilendirilerek tasfiye edildiler.
1971 sonrası dönemde, askeri eğitim kurumlarında sözde Sol ve Sağ çatışmaları bahane edilerek büyük çapta tasfiyeler oldu
Yine bu dönemde gizli bir el sağ-sol çatışmalarını teşvik ve hatta finanse etmiş, neticeten her gün onlarca genç hayatını kaybetmiştir….
Türkiye’deki en baskıcı dönemlerden biri olan 12 Eylül Darbesi, gençler üzerinde yoğun bir baskı politikası uygulamıştır.
Bu dönemde askeri rejim, gençlik hareketlerini büyük bir tehdit olarak görmüş ve çeşitli baskı yöntemleriyle üniversitelerden sokaklara kadar gençlerin özgür düşünce alanları daraltılmıştır. Üniversitelerde gençlik kampları kurulmuş, gözaltılar ve tutuklamalar yaygınlaşmış, gençlerin sosyal ve politik faaliyetlerine ciddi kısıtlamalar getirilmişti…
15 Temmuz 2016’daki bir tuhaf darbe girişimi(!) sonrasında Türkiye, devlet kurumları ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri içinde FETÖ mensuplarını temizlemek amacıyla büyük çaplı bir operasyon başlattı. Bu süreçte Harp Okullarındaki öğrenciler de bu vesile ile tasfiyeye uğradı.
Harp Okulları, askeri liseler ve polis okulları 15 Temmuz tiyatrosundan sonra kapatıldı
Harp Okullarının yerine 2015 yılından sonra Milli Savunma Üniversitesi kurularak bunun başına da SADAT ve Menzilciler getirildi.
SADAT tarafından tüm sülalesi incelenerek okullara alınan öğrencilerin asla Kemalist olma ihtimali yoktu.
Yani o tarihten sonra orduya ve polis okullarına alınan öğrencilerin tamamı bunların kontrolünden geçirilip kayıtları yapılmıştı
Bu yüzden ‘iktidar ve ortaklarına göre’ bu okullardan mezun olan öğrencinin Mustafa Kemal’in askeri olma ihtimali yoktu!
Ama netice öyle olmamıştı. Çünkü; bütün baskılara organizasyonlara ve her türlü Türk karşıtı şeytani tedbirlere rağmen MAYA harekete geçmiş kökler uyarılmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk üzerinden, şuuraltı ile irtibatta geçmiş ve her biri Alp Kız, Turhan Sultan, Tomris Hatun, Baciyan-ı Rum, Oğuz Han, Cengiz Han, Şeyh Şamil, Mustafa Kemal olarak kılıç çatmışlardır…
Peki; bu insanlar Türk’ün yurdunda neden Türk’e düşmanlar?
Yukarda bunun ipucunu vermiştim. 2500 yıl Avrasya’ya yani batıya ve doğuya ve Ortadoğu’ya hükmeden efendilerine yani Türk’e düşman bunlar…