Depremin dördüncü günü hava kararmak üzereyken İskenderun’a varıyoruz. Hava biraz sonra tamamen kararacak ve ilçe tam anlamıyla bir hayalet kente dönüşecek.
Enkaz çalışmaları sürüyor. Ama herkes umutsuz artık. Birazdan bir enkazdan kötü haber geliyor. Dört ceset torbası var molozların üstünde. Bu, deprem gerçeğiyle ilk yüzleşmemiz.
Ölüm depremin ilk gerçeği ama benim için yaşayanların, hayatta kalanların durumu çok daha sarsıcı. Kentte zaten çok az insan kalmış ama kalanların boyunları bükük. Sanki herkesin başı öne eğik, adeta yaşamıyor gibiler.
Hemen her köşe başında bir ateş yanıyor genelde bir teneke içinde. Etrafında depremzedeler, çökük yüzler.
Oysa ateş ocaktır, yurdun da evin de ateşidir. Ama bu ateş yıkılan yuvaların ateşi.
Evet, bu insanlar artık evsiz, kimsesiz, yapayalnızlar. Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesiydi ama AKP’nin başkanlık sisteminde herkes sahipsiz, kimsesiz. Yetim kalan bir millet…
Bir tarafta çorba dağıtımı var. Aynı boynu büküklükle sıraya giriyor ve karınlarını doyuruyorlar. Daha üç gün önce evi, işi, güveni olan bu insanlar artık kendi ülkelerinde sanki sığınmacı gibiler. Kötü bir benzetme belki ama dilenci gibiler. En ağırı da bu galiba.
Tek kuyruk bu da değil, giysi kuyruğu, su kuyruğu, battaniye kuyruğu… Her kuyruğun başında bir kalabalık. Yapayalnız bir kalabalık!
Evet, İskenderun’da devlet yok!
Sokaklarda asker de var, polis de var ama devlet yok!
Enkazların altında ölen halk, enkazların üstünde gönüllü ekipler.
Konuşuyoruz, Eskişehir’den gelmiş biri. Televizyonda izlemeye dayanamamış, devletin yapmadığını yapmış ve gelmiş buraya.
Bir diğeri Konya’dan gelmiş. Çok üzgün. Anlatıyor, dün bir karı kocayı birlikte çıkartmışlar, cansız şekilde. Adam karısını sarmış, korumaya çalışırken ikisi birden ölmüş. “Öyle kötü oldum ki” diyor.
Evet ölen o karı koca bizim milletimiz, karısını korurken ölen de o, onları kurtarmaya gelen de o, kim bilir belki hiç karısına sarılmıyordur ama işte o enkazda aslında hayaliyle karşılaşmış sanki.
Deprem sadece yeryüzünü değil gönül yüzümüzü de sarsıyor. Bir millet hem ölüyor hem diriliyor. Yaşarken ölü gibiydi sanki ölünce ise canlı gibi. Yaşatmak için çırpınıyor.
İskenderun’un karanlığında yolumuzu aydınlatan, soğuğunda içimizi ısıtan duygular kaplıyor içimizi.
Bu deprem, çok şeyi değiştirecek belli.
Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak…