Yaklaşan seçimlerden önce yayınlanan anketlerde iktidarın güç kaybettiği, muhalefetin de oy oranını arttırdığı ortada. Muhalif de olsa yandaş da olsa bütün anket şirketlerinin yaptığı araştırmaların ortak sonucu bu.
Ancak her şeye rağmen iktidarın gücünü muhafaza etmesi ve hayal edildiği gibi bir erimenin yaşanmaması da başka bir gerçeklik. Bu durum, AKP’nin geçmişteki sağ partiler gibi bir anda güç kaybetmesini uman bazı muhalif kesimler için büyük bir umutsuzluk sebebi. AKP’nin seçimi kaybetmesi, bunun sonucunda hızlı biçimde tasfiye olması ve bir tabela partisi haline dönüşmesi, geçmişten beri AKP’yi klasik bir sağ parti olarak gören ve böyle gördüğü için “rahat davranabilen” muhaliflerin görmek istedikleri tablo.
Hal böyle olunca AKP anketlerden güç kaybederek çıksa bile, görünen oy kaybı bu tarz bir muhalefet için yeterli değil. Bazıları halkın topyekun bilinçlendiği ve AKP’nin tamamen sandığa gömüldüğü bir süreç istiyor. Ancak böylesine bir beklenti Türkiye’deki siyasi rejimin niteliğini hala anlayamamaktan kaynaklanıyor ve AKP’nin tamamen güç kaybetmesi bir hayal.
Bunun sebebi ise AKP’nin Türkiye’deki siyasi rejimi tamamen değiştirmesi ve toplumsal yapının da bu yeni parti-devlet modeline göre şekillenmesi. Memur sayısını çok önemli biçimde arttırmış ve elbette bunu da ideolojik kıstaslara göre yapmış bir devlet düzeni kurulmuş durumda.
Devletin şişkinleşmesi toplumu rasyonel, iktisadi ya da sosyal analizlerle öngörülebilecek kıstasların dışına çıkarabiliyor. Siyaset bilimi ya da sosyoloji ile açıklanamayacak bir sürü kriter önümüzdeki süreç içerisinde etkin biçimde ortaya çıkacak.
Siyasi mücadelenin öldürüldüğü bir dönemden geçiyoruz ve bu Cumhuriyet tarihinde benzeri bulunan bir dönem değil. Parlamentonun önemini tamamen yitirmesi, Meclis’in hiçbir hükmünün kalmaması ve buna bağlı olarak siyasi figürlerin aşırı derece belirleyici olması yeni dönemin özelliklerinden.
Durum böyle olduğu için de toplumun temellerini sarsacak radikal hareketlerin altyapısını oluşturma imkanı iyice zorlaşıyor. Bu bir siyasi parti için de geçerli, bir işçi sendikası açısından da. Bu durum toplum açısından “güzel ve ideal” olmayabilir ancak toplumsal gerçekliğimiz bu ve buna göre bir strateji üretilmesi gerekiyor.
Bunun siyasetteki pratik karşılığı herkesle masaya oturmak ve “helalleşme” çağrıları yapmak değil. Çok konuşup aslında hiçbir şey söylemeyen boş nutuklar atmak da değil.
Ortada basit bir gerçeklik var. Türkiye’nin önündeki en önemli şey “seçim”. Doğrusu seçim değil Cumhurbaşkanlığı seçimi. Bunun dışındaki her şeyin teferruat olduğunu anlamak ve anlatmak gerekiyor. Erdoğan’ın kazandığı ancak muhalefetin mecliste çoğunluğu ele geçirdiği bir sonucun hiçbir anlamı yok.
Bu yüzden de bundan sonraki süreci etkileyecek tek bir önemli nokta var: Erdoğan’ı yenebilecek bir Cumhurbaşkanı adayının varlığı. Futbolda bir tabir vardır: “kötü oynayarak maç kazanmak”. Böylesine bir süreç içerisinde olası bir kötü seçim sürecini, muhalefetteki bölünmeleri tolere edebilecek şey bu aday olacak ve bu adayın da geçmişte “AKP’ye karşı kazanmış” bir aday olması zorunluluk.
Türkiye’nin uzun vadeli amacı parlamenter sisteme dönüş olmalı. “Kararların hızla alınabilmesi” adına yaratılan bir siyasi düzenin sonucunun siyasetin tamamen yok edilmesi olduğu bugün açıkça ortaya çıktı. Geçmişte çok önemli sayılabilecek meclis içi %20’lik oyların bile öneminin kalmadığı bir Türkiye yaratıldı. Bunun gerçek anlamı toplumsal katmanların da önemsizleşmesidir.
Kötü aday-doğru siyaset anlayışının sonuç alamayacağı bir dönemden geçiyoruz. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce muhalefetin elindeki en büyük koz bu seçimi kazanma ihtimali. Kalan diğer bütün seçenekler uyku hapıdır ve anlamsızdır. AKP’nin gerçekten güç kaybedeceği bir süreç de ancak böyle bir seçim sonucuyla başlayabilir.