Bugün 17 Kasım… 101 yıl önce bugün, sadece Osmanlı tarihinin değil, belki de binlerce yıllık Türk tarihinin en aciz, zavallı, korkak ve hain ismi olan Vahdettin, İngilizlere sığınarak İstanbul’dan kaçtı.
Padişah Vahdettin demiyorum, çünkü İngilizlere sığındığı sırada padişah değildi. 1 Kasım 1922’de TBMM saltanatı kaldırarak Vahdettin’in padişahlığını geçersiz kılmıştı.
Saltanatın kaldırılmasından sonra Vahdettin artık hiçbir hükmünün kalmadığını biliyordu. Bundan dolayı sığınabileceği tek yer olan, yıllarca her istediklerini yerine getirdiği İngilizlere başvurdu.
Hem de bunu yaparken halife ünvanını kullanarak onların işine hâlâ yaracağını ima ederek. İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington’a yazdığı iltica mektubunu “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla imzalayan Vahdettin, hem Ankara’da saltanatın kaldırılması sürecinde başlayan hilafet tartışmalarını körüklüyor hem de İngilizlere “beni halife olarak kullanmaya devam edebilirsiniz” mesajını veriyordu.
Vahdettin, 6 Kasım günü İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold ile Yıldız Sarayı’nda görüşmüştü. Görüşme, Londra’ya şöyle iletilecekti:
“Bolşevik Kemalistlerin silahsız bir darbeyle hükümeti ele geçirdiklerini, onların azınlık olduklarını, işgalci güçlerin İstanbul’da sıkıyönetim ilan edip edemeyeceklerini sordu” (Gökçe Fırat, Bir Halk Çocukları İhtilali: Cumhuriyet, İleri Yayınları, 2023)
Vahdettin, işgal ordularından İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmelerini bile isteyecek kadar alçak bir haindir. Hem de bunu yaparken, bugüne kadar milliyetçi diye suçladığı Ankara yönetimini Bolşeviklikle suçlayarak İngilizleri gaza getirebileceğini düşünecek kadar da, günümüzün tabiriyle, çakaldır.
Vahdettin sadece Sevr’i imzalattığı, hilafet orduları kurup iç savaş çıkarmaya çalışarak, Anzavur’u Kuvayı Milliye’nin karşısına çıkararak, Kuvayı Milliyecilere katılımı engellemek için nasihat heyetleri göndererek, Atatürk ve silah arkadaşları hakkında idam fermanı yazıp katledilmelerine icazet vererek değil, işgalcilerle yaptığı işbirliğiyle de Türk tarihinin en alçak kişisidir.
Atatürk de her fırsatta Vahdettin’in hainliğini dile getirmiştir:
“Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği, alçakça tedbirler araştırmakta…”
“Devlet Başkanlığı makamını kirletmekte olan hain Vahdettin…”
“Vahdettin gibi hürriyetini ve hayatını milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir milletin başında olduğunu düşünmek ne hazindir! Şükre değer bir durumdur ki, bu alçak, mirasına konduğu Saltanat makamından millet tarafından atıldıktan sonra, alçaklığını sonuna kadar getirmiş oluyor.”
“Aciz, adi, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendisini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğuna sığınabilir; ancak, böyle bir yaratığın bütün Müslümanların Halifesi sıfatını taşıdığını ifade etmek elbette doğru değildir.”
Vahdettin sadece ülkesini işgalcilere satan bir hain değil, işgalci İngilizlere sığınıp kaçarken İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington’a 5 karısını emanet edecek kadar alçalmış bir adamdır da.
Bugün yine kendilerine “Osmanlı torunu” sıfatını yakıştıracak kimseler Vahdettin’in arkasından “ecdadımız” paylaşımları yapacaktır. Osmanlı tarihinde 36 padişah var. İsteyen elbette ki bunlardan herhangi birini ya da hepsini birden ecdadı kabul edebilir. Ancak Türkiye’de bir kesim var ki, bunlar ne hikmetse ya Osmanlının en çok toprak kaybeden padişahı olan II. Abdülhamit’i ya da alçaklığın ve hainliğin zirvesindeki Vahdettin’i ecdad olarak seçiyor.
Bu da bir tercih meselesidir neticede. Herkes kendine yakışan ecdadı seçer.