Günden güne artan geçim sıkıntısı, organize yolsuzluk, geç gelen ya da hiç gelmeyen adalet ve halen türlü ahlaksız yöntemlerle sürdürülen servet transferi ve de artık dehşet verici boyutlara ulaşmış çocuk ve kadın cinayetleri karşısında son derece aciz durumdaki iktidar şimdilerde “Kürt kartı”nı yeniden oynamakta ısrarlı.
Bijî! Haltların Kardeşliği…
Eskiden olduğu gibi açılım-saçılım vb. laflar kullanılmaktan imtina ediliyor çünkü hem bu kavramlar çok aşındırıldı hem de halkta artık bir karşılığının olmadığı anlaşıldı. Daha doğrusu her şeyden önce samimiyetsizlik kokan bu ve benzeri söylemler yüzünden insanlar mevzuya temkinli yaklaşmakta. Burada daha çok bir oldubittiye getirilmiş yeni ihanet planını örgüt üzerinden DEM Parti’ye ve Kürtlere kabul ettirme çabasının olduğu çok açık. Hem havuç hem de sopa aşikar bir şekilde ortada durmakta. Yeni anayasa teklifi ve oradaki güya özgürlükçü(!) aldatmaca havuç, sınır ötesi operasyon ve kayyım siyaseti ise sopa.
Görüleceği üzere ihanetin iki unsuru burada öne çıkmakta. Birincisi, milletin istikbâline kast etmiş caniyi şu gün bile muhatap almak suretiyle genel anlamda milli güç unsurlarını ve özelde teröre karşı yürütülen silahlı mücadeleyi sekteye uğratmak- ki bu ilk defa olmuyor. İkincisi ise planlanan yeni anayasa yoluyla üniter devlet yapısının altını oymak.
DEM parti grubunun ve bir takım önde gelen Kürtçü kanaat önderlerinin aklı başka türlü çalışıyor olabilir, hatta kendi özgür iradelerinin olup olmadığı da kuşkuludur. Zira ilk fırsatta İmralı ziyareti için, yaşayan putun son durum karşısındaki görüşlerini alabilmek için, Adalet Bakanı aracılığıyla talepte bulundular. Oradan kafa karışıklığını ve geçmişteki tecrübelerine dayalı endişelerini giderecek bir mesaj ya da bir icazet alabilirlerse iktidarla bu işi mecliste bitirebilirler. Yani siyasal İslam ve işbirlikçi MHP’nin zaten ulus devlet hassasiyeti taşımadığı bu ortamda, yeni anayasaya Apocu bir siyasi doktrin olan “Demokratik Konfederalizm” ile uyumlu bir şekil verdirebilirler. Kendi ifadeleriyle, “Ancak dincilerle bu fırsat yakalanabilirdi” ve tarihi fırsat şimdi önlerine geldi.
İronik bir biçimde yeni Apocu fikriyat ve pek tabii bunun sözcülüğünü üstlenen örgüt, doktrin gereği devlet konseptine zaten karşı olduklarının altını çizerken Türkiye Cumhuriyeti devletine çökmüş karşı devrimci koalisyon ve otokrat, yaptıkları tarihi hatalarla burada bir ulus oluşturma sürecine sûni katkıda bulunuyor, bir anlamda onları devlet kurma sürecine zorluyor. Kürtlerin tarihi ve henüz tarih yazımına konu olamayacak kadar yakın zamanda yaşananlar ele alındığında bağımsız bir Kürt devleti tartışmalarında iki örnek önümüzdedir. İlki, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonunda SSCB’nin desteğiyle kurulan ve bir yıl içinde faciayla noktalanan Mahabad Cumhuriyeti deneyimi; diğeri ise 2017’de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin giriştiği ve fiyaskoya dönüşen referandum macerası.
Bugün her ne kadar bağımsızlık iddiası en azından Türkiye’deki Kürtçü hareketin reddiyesinde olsa da, yarın şartlar değiştiğinde bu mümkün hale gelebilir. Üçüncü deneme muhakkak olacak ve bunun başarıya ulaşıp ulaşamayacağını bugünden kestiremeyiz zira bazı projelerin hayata geçmesi insan ömrüne kıyasla daha uzun süreler alabilir. Bugün için “Sınırları silik, bağımsız devlet iddiası taşımayan dört parçalı bir Kürdistan ” daha realist ve herkes için elverişlidir, bilhassa da Lübnan’daki ateşkese müteakip Suriye üzerinden cephe genişletme arayışındaki İsrail için.
Siyasi hesapların ve hasetliğin halk düşmanlığına dönüştüğü bir noktada
Olmadık önlemlerle siyasi ömrünü uzatma çabasındaki iktidarın kullandığı bir diğer yöntem, muhalefet belediyelerinin ödeneklerini kesmek ve sağladığı sosyal hizmetleri sabote etmek. LGBT, terörist vb ..diyerek kendilerinin bile inanmadığı suçlamalarla İBB’nin sunduğu kreş hizmetleri karalanırken bu hizmetlerden faydalanan insanlar umursanmaz. İktidarını
koruma uğruna her yol mubahtır. Buna cevap olarak Ekrem İmamoğlu’nun “Gel kapat da görelim!” tarzındaki meydan okuması ise gayet yerinde olmuştur. Kabul etmek gerekir ki, normal bir siyaset tarzında yeri olmaması gereken bu nobran dil ve yaklaşım maalesef Türkiye gerçeğinde en azından bir müddet daha uygundur. Fakat geçen hafta da değindiğim gibi Özgür Özel’in tarzıyla devam edilecekse durum pek iç açıcı değil. Ayrıca düzeltmeye çalıştıkça daha da batıyor; MİT’e sorup öyle partiye üye alacakmış! Hadi iktidar paydaşları siyasi hırsla ve olağanüstü bir sorumsuzlukla sizden gelecek bir damla suya bile vatandaşın ulaşmasını engellemeye çalışıyor, peki siz neyi bekliyorsun? Partinin iki belediyesine kayyım atadılar, daha bunlarla neyin pazarlığını yapıyorsun ki?
İşte burada doğru yöntem İmamoğlu yöntemidir. Çıtayı biraz daha da yükseltebilir, hatta muhatap olduğu bakanları iyice yerin dibine sokabilir. İBB’ye kayyım atayacak kadar cesur değiller henüz. Zaten öyle bir çılgınlığın halkta ne gibi bir karşılık bulacağını ve neyle neticeleneceğini tahmin edecek kadar bir hayal güçleri vardır…
Yanlış Piyasa Alarmı Olabilir
Önceki gün çıkan sahte dolar haberi, başta Kapalıçarsı olmak üzere her yerde panik havası yarattı. Yaklaşık 1 Milyar dolar ederinde sahte 50’lik ve 100’lük banknotların yurt dışından piyasaya sürülmüş olabileceği söylentisi yayıldı.
Tıka basa doldursanız bile bir evin odasına sığmayacak kadar çok paradan bahsediyoruz, hayal ediniz. Şimdi bu miktarda sahte para gerçekten ülkeye girmişse ayrı bir skandal, haberin kendisi sahteyse ve panik oluşturma niyetiyle ekonomi yönetimince kurgulanmışsa daha vahim başka bir skandal!
Burada ortaya çıkan ya da atılan bu durum özünde çok ciddi şüpheler barındırıyor. Fakat biz şunu biliyoruz; Ülkemiz mevduat faizinde Arjantin ve Venezuela ile birlikte zirveye oynuyor. Buna rağmen yıllık enflasyona göre reel getiri hesabı yapıldığında bir kayıp söz konusu. Ancak burada işin püf noktası baskılanan döviz kuru. Doğal olarak hesap dolar üzerinden yapılınca ve kurda da ciddi bir artış olmadığı sürece parayı faize koymak ilginç bir biçimde cazip bir yatırım haline geliyor. Sonuçta girdiğiniz ve çıktığınız zaman arasındaki kur artışı çok makul bir seviyede gerçekleşecek ve TL cinsi elde ettiğiniz getiriyle başta yatırdığınızdan daha çok dolar alabileceksinizdir.
Ancak, pek tabii döviz kuru böyle olduğu sürece ihracatımız daha zor durumda kalacak ve daha az döviz kazancımız olacak. Piyasada daha da azalan dövizin yukarı yönlü oluşturacağı baskıyı dengelemek için de daha çok rezerv yakılacak. Okyanusu tutmaya çalışan su bentleri gibi eriyen rezervi sürekli tahkim etmeye çalışacağız. Bu yanlış terk edilip kurun yukarı gitmesine göz yumulsa, bu sefer de kur şokunun enflasyonist etkisiyle yeni bir ciddi sarsıntı yaşanmış olacak.
İyi ya da kötü ne yapılmaya çalışıldıysa halkta ters etki oluşturdu şimdiye kadar. Enflasyon beklentisi özelinde durum zaten hiç değişmedi; fırsatını bulanlar bir şekilde krediye ulaşarak talebi öne çektiler ve enflasyon daha da tırmandı. Şunu da belirtmek gerekir ki, TCMB’nin ve maliye yönetiminin iletişimi oldukça kötü düzeydedir. Oysa iyi bir iletişim kurabilmek en başta olması gerekendir, ancak o şekilde halk nezdinde bir güven tesis edilebilir. Fakat o güven kaybolalı çok oldu ve bir daha kazanmaları da öyle kolay değil.
Yıllar yılı işlenen bir dizi kabahatlerle gelinen bu vahim durumun ana sorumlusu, yasal görünümlü bir biçimde de olsa devleti ele geçirmiş ama halkına düşmanlıktan geri durmayan “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içindeki iktidar ve onun paydaşlarıdır.
Ve biz bu hallere bir günde gelmedik.