Hiç bitmeyen korku, adeta ensesindeki nefes Gezi İsyanı ve her türlü müdahaleye rağmen bir türlü istenilen kıvamda dönüştürülemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri, gaspçı rejimi sürekli taciz etmekte ve ne yaparlarsa yapsınlar bu etkiyi kırmaları mümkün olmamaktadır. Saçma sapan davalar, gittikçe artan baskı ve sürekli kendini tekrar eden beyhude çırpınış hamleleri artık çoktan miadını doldurmuş bu silik rejimin hazin manzarasını daha da acıklı hale getirmiştir.
Şahsiyetsiz dış politika ve ilkesizlik bugün daha çok bir iç siyaset malzemesi olarak devam ettirilmektedir. Çok doğru bir tespit olarak; düşük yoğunluklu bir dünya savaşının ortasında bile kendi ordusunu vuran bu çarpık zihniyet, Suriye’de yıllardır alet olduğu bir büyük yanlışın zorunlu akıbetiyle bas başadır. Suriye’deki geçici hükümetin lideri kıdemli teröristin Ankara’ya gelişi hem bunun bir göstergesidir hem de fırsattan istifade Türkiye’deki rejim için bir gövde gösterisi olmuştur. “Teröristin ayağına nasıl uçak gönderilir!” diye verilen tepkileri anlayabiliyorum elbette ama bunu önceki hafta servis edilen, Türkiye’nin desteklediği SMO birliklerinin HTŞ’ye katıldığı haberiyle beraber okuduğumuzda içerideki hedef kitleye verilen algı ve genel mesajın ne minvalde olduğu açıktır: “Suriye benim sözümü dinler.”
Tabii aynı günlerde gerçekleşen Trump-Netanyahu görüşmesi asıl belirleyici olandır. Artık işler o kadar çığırından çıkmıştır ki, açık açık Gazze‘nin boşaltılması ve ABD’nin doğrudan buraya çökmesi bile hiç çekinmeden birinci ağızdan ifade edilebilmiştir. Bu isteklerini gerçekleştirebilmelerinin önünde maalesef hiçbir engel, en azından bugün için, yok.
Ayrıca Türkiye’deki rejim, Suriye’deki Kürt realitesini çok küçümsüyor ama Siyonist saldırganlık ve Batı kulübü aynı fikriyatta değil. Durumu tahkim edinceye kadar yalandan IŞİD‘le mücadele ediyormuş gibi yapacaklar ama Suriye’deki bu HTŞ rejimi ve bilumum Selefi hareketlere ses etmeyecekler. O yüzden geçici hükümet ne İsrail’e ne de Rojava’ya karşı bir saldırıda bulunamaz.
…
Samimiyetsizlik bizimkilerin her yerinden akıyor. Genel vaziyet bu kadar ağırken ve herkesin “iç cepheyi sağlam tutalım” dediği gün bile kullanılan nobran dille, siyasi davalarla ve göz bebeğimiz ordumuza vurulan darbelerle geçiyor. Oysa, en berbat bir rejim dahi bir parça iyi niyet taşısa ve gerçekten kendi iktidarlarını değil milletin bütününün menfaatini öncelese, içteki bu çatışmalı hal ve üstüne üstlük böylesine kaotik bir ekonomik durumla milli bir politika ortaya koyamayacağını idrak eder.
Vaziyet çok çıplak bir halde ve en can yıkıcı bir biçimde önümüzdedir. Büyük kentlerde iki kişi çalışsa 22.105 TL’lik asgari ücretle geçinmesi mümkün değil. Emeklilerin durumu da yine her zamanki gibi içler acısı! Türkiye, turistler için bile artık ekonomik açıdan uygun bir ülke olmaktan çıktı. Bu kadar düşük maaşlara rağmen birçok temel gıda ürünlerinde fiyatlar avroya çevrildiğinde neredeyse Avrupa Birliği ülkelerindekiyle aynı. Ama maalesef bu değişimin sebebi Türkiye’nin büyümesi değil, döviz kurlarının anormal seviyede çıpalanması ve tuhaf bir iktisadî anlayışın sonucu olarak bir türlü dizginlenemeyen enflasyonun etkisiyle bozulan fiyatlama mekanizmasıdır. Bu saatten sonra isterlerse Adam Smith’i getirsinler, bu yama dikiş tutmaz, çünkü o güven çoktan kayboldu.