Bazı samimi Uygur dostu Türk arkadaşlarımız, özellikle modern hayat tarzını benimsemiş olanlar, Uygurların yaşam biçimlerini, giyim tarzlarını, aile yapılarını ve çocuk yetiştirme şekillerini şaşkınlıkla karşıladıklarını ifade ettiler. Bu farklılıkları anlamak ve daha geniş bir perspektif sunmak amacıyla bu konuyu ele almak istedim.
Uygurların tarih boyunca medeni yapısı
Uygur toplumu, tarih boyunca medeni bir halk olmuş; hukuka, ahlaka ve topluluk içinde yaşamanın gerektirdiği teamüllere uygun bir hayat sürmüştür. Aynı zamanda dünya medeniyetine önemli katkılarda bulunmuştur.
İslamiyet’ten önce Manihaizm ve Budizm gibi dinlere bağlı olan Uygurlar, İslamiyet’le tanıştıktan sonra bu yeni inanç sistemine sıkı sıkıya bağlanmışlardır. Uygurların tarım ve ticaret toplumu olması, büyük aile yapısını teşvik etmiş ve bu gelenek günümüze kadar sürmüştür.
Uygurlar, tarihin her döneminde eğitime ve kitaba büyük önem vermiştir. Doğu Türkistan’da geçmişte çobanların bile kitap okuduğu, pazardaki esnafın ve çiftçilerin yanında kitap taşıdığı bilinmektedir. Özellikle hafızlık geleneği çok güçlüdür ve her aile en az bir Kur’an hafızı yetiştirmeyi büyük bir hedef olarak görmüştür.
Osmanlı ile ilişkiler ve Doğu Türkistan’ın coğrafi konumu
Osmanlı döneminde Uygurlar, hac ibadetlerini yerine getirmek ve hilafete bağlılık bildirmek için sık sık Anadolu’ya ve İstanbul’a gelmiştir.
Coğrafi olarak Asya’nın ortasında yer alan Doğu Türkistan’ın kuzeyi Sibirya’dır ve dünyayla irtibat kurabilecek yollar yoktur. Güneyi Himalaya Dağları ile çevrili olduğundan tarih boyunca Hindistan ve Keşmir üzerinden dünya ile ticaret yapmışlardır.
Doğu Türkistan’ın Batı Türkistan ile olan bağlantıları ise Sovyetler Birliği döneminde daha da zayıflamış ancak, 20. yüzyılda sosyalist ve komünist fikirler Uygur aydınlarını etkilemiştir.
Türkiye’ye Uygur göçleri ve diaspora
Türkiye’ye Uygurların yerleşimi, özellikle 1949 sonrasında Çin baskısından kaçan Uygur ve Kazak Türklerinin Keşmir ve Pakistan üzerinden Türkiye’ye göç etmesiyle başlamıştır. 1961 yılında Afganistan’a hicret eden ancak Çin’e iade edilmek üzereyken Türkiye’nin diplomatik girişimleriyle Kayseri’ye yerleştirilen Uygurlar da bu sürecin bir parçasıdır.
Bundan sonra 1970’lerin başında Gulca’dan gelenler Kayseri’ye yerleşmiş, 1980’lerden itibaren ise hac ibadeti için Türkiye’ye gelen bazı Uygurlar burada kalmayı tercih etmiştir.
Ancak esas büyük göç dalgaları, 1990-2016 yılları arasında gerçekleşmiştir. Çin baskısından kaçan Uygurlar Türkiye’ye sığınmış, bu süreçte bazı Uygur sivil toplum kuruluşları ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çabalarıyla Tayland’daki Uygurların Türkiye’ye getirilmesi sağlanmıştır. Bu yıllar, aynı zamanda Uygurların dünyaya açılma dönemi olmuş, özellikle Batı Avrupa, Kuzey Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde Uygur göçmenlerinin sayısı artmış ve bir Uygur diasporası oluşmuştur.
Çin, Suriye Savaşı sırasında Uygurların özellikle Türkiye’ye gitmesine göz yummuş, hatta bunu teşvik etmiştir. Ancak 2016’dan sonra durum tamamen değişmiş ve tersine göç yaşanmıştır. Çin Devleti, Uygurları tehdit ederek “Eğer geri dönmezseniz çocuklarınızı, anne-babalarınızı, akrabalarınızı toplama kamplarında yok edeceğiz” diyerek zorla geri dönmeye mecbur bırakmıştır. Ailelerini korumak isteyen insanlar Doğu Türkistan’a geri dönmek zorunda kalmış ve bu süreçte Türkiye’de sahip oldukları binlerce gayrimenkul ve milyonlarca dolarlık servet adeta yağmalanmıştır.
2016 sonrası: Uygurlar için yeni bir dönem
2016’dan itibaren Doğu Türkistan’da okullardaki bütün milli Uygurca eğitim yok edilmiş, gizli olarak sürdürülen medrese faaliyetleri ve hafızlık okulları da tamamen kapatılmıştır. Uygurların dini ve milli eğitime ulaşma imkânları tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Bu süreçte Çin Devleti, dini kimliği ortadan kaldırmaya yönelik baskıcı politikalarını artırmış, camiler yıkılmış, Uygur alimleri hapsedilmiş ve ibadetler tamamen yasaklanmıştır. Uygurlar, toplama kamplarına alınarak zorla asimilasyona tabi tutulmuş ve kültürel mirasları yok edilmiştir.
Türkiye’deki Uygurların sosyal yapısı
Günümüzde Türkiye’de yaşayan Uygurlar arasında farklı hayat tarzlarına sahip insanlar vardır. Dini yaşantıya daha fazla önem veren ve geleneksel kıyafetleri tercih edenler genellikle Kaşgar ve güney bölgelerinden gelen Uygurlardır.
Modern hayat tarzını benimseyen, seküler ve Batı tarzı yaşayan Uygurlar da vardır. Bu grup genellikle daha az çocuk sahibi olmakta, dini ve kültürel ortamlardan uzak kalmakta ve kendi yaşam tarzlarına uygun şekilde sosyalleşmektedir. Ancak bu kesimin sivil toplum hareketlerinde daha az aktif olduğu görülmektedir.
Bunun dışında Uygur sanatçılar ve besteciler de Türkiye’de faaliyet göstermekte, hatta bazıları Türkiye çapında tanınmaktadır.
Eğitim açısından bakıldığında, Uygurların büyük bir kısmı çocuklarını yüksek eğitim almaya teşvik etmektedir. Türkiye’deki Uygur topluluğu içinde çok sayıda akademisyen bulunmaktadır. Günümüzde Uygurlar en az iki dil bilmektedir. Uygurca ile beraber Çince öğrenmek zorunda kalmışlardır, Türkiye’de yaşayanlar Türkçe de bilmektedir. Arapça, Urduca, İngilizce ve Batı dillerini öğrenenlerin sayısı da giderek artmaktadır.
Sonuç
Türkiye’deki Uygurlar, ağırlıklı olarak Çin baskısından ve asimilasyondan kaçmak, Türk ve İslam kimliklerini korumak için buraya gelmişlerdir. Ancak hepsi homojen bir grup değildir; aralarında dini hassasiyetleri yüksek olanlar da modern hayat tarzını benimseyenler de bulunmaktadır.
Buna rağmen Uygurlar, gerek Türkiye’de gerekse dünyada gittikçe büyüyen bir diaspora oluşturmuş, kimliklerini ve kültürlerini yaşatma mücadelesine devam etmektedirler. Onları tanıdıkça kalplerinin Türk halkıyla aynı attığını görebilirsiniz.
Hidayetullah Göktürk