İlk tanıştığımızda çok heyecanlıydım Hanri Benazus’la. Yıllardır adını duyduğumuz, bizim için sembol olmuş bir ismin kitapları artık bizim yayınevimizden çıkacak, Hanri Bey fuarlarda standımızda kitaplarını imzalayacaktı.
Dürüst olmak gerekirse biraz da tedirgindim. Bir dönem ülkenin en zengin iş adamlarından biri olan, Altay gibi ülkenin en köklü kulüplerinden birine yıllarca başkanlık yapmış olan bir isimdi Hanri Benazus. Ne yapacaktım, yanında nasıl davranacaktım?
Tüm ülke onu “Atatürk’ün leblebilerini çalan çocuk” olarak tanıyordu. Acaba yanı başında olunca biz nasıl biriyle karşılaşacaktık?
İşte kafamda bu sorularla tanıştım Hanri Bey ile… Bir iş adamı, bir spor kulübü başkanı, bir Atatürk resimleri koleksiyoncusu, Atatürk sevdalısı bir Türk bekliyordum karşımda. Aslında biraz biraz hepsini de gördüm. Ama en önemlisi bir insan değil bir melek gördüm karşımda…
Hanri Benazus’un Atatürk’e duyduğu sevgiyi bilmeyen yoktur. Özel olarak ilgilendiği bir diğer konu da tasavvuftu. Özellikle Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş’a büyük sevgi duyar, onların öğretilerini bilmekten öte yaşardı Hanri Benazus.
Bir keresinde “Hayatta her yerde bulundum. En tepede de, en dipte de… Bunca yılda şunu gördüm; mutluluğun, huzurun para pul ile alakası yok, hepsi içimizde.” demişti.
Sadece sözde değil, eylemde de mutluluğun, huzurun ne olduğunu gösterirdi çevresindekilere. Standa gelen her okuru ile sohbet eder her soruya sabırla cevap verirdi. Bir kez olsun okurlarına sinirlendiğini görmedim Hanri Bey’in.
Şahit olduğum tek kızgınlığı bir kez bana karşı oldu. Kitap Fuarı için Ankara’ya gelmişti. Bir üniversitenin misafirhanesinde ağırlıyorduk kendisini. Ben ısrarla kaldığı yerde rahat edip etmediğini sorunca “Yahu akşam yatıyoruz, sabah kalkıyoruz. Neden rahat etmeyecekmişim!” diye parlamıştı bana. Hemen sonra da gönlümü almıştı…
Yüzün üzerinde kitabı vardı Hanri Benazus’un. Kitapları iyi satar, iyi de gelir elde ederdi. Kendine bir şey almaz; elde ettiği geliri ya burs olarak öğrencilere dağıtır ya da fuardan Atatürk ile ilgili kitaplar alıp köy okullarına gönderirdi. Ne verdiği bursları ne de dağıttığı kitapları kimseler bilmezdi. Yıllarca aynı kabanla fuarlara gidip geldi. Okuduğu, anlattığı ve inandığı gibi “bir lokma bir hırka” ile yaşadı. Her şeyini bu ülkenin gençleri için harcadı.
Hiçbir zaman hiçbir şeyden şikayet etmedi Hanri Bey. Hastalığını bile paylaşmadı kimselerle. Ne kadar sıkıntılı olsa da sorana “iyiyim” der geçerdi. Bu paylaşmamak, kibirden değil mütevazılığından gelirdi Hanri Bey’in. Dertleriyle kimseyi üzmek istemezdi.
“Ölümden korkum yok. Hepimiz öleceğiz. Tek korkum çok ıstırap çekmeyeyim. Fazla uzamasın.” demişti son görüşmelerimizden birinde. Bense donmuş kalmıştım. O ana kadar herkes ölür ama Hanri Benazus ölmez gibiydi benim için.
Ama öyle olmadı işte…
Hanri Benazus ayrıldı aramızdan…
Arkasında;
Atatürk resimleri koleksiyonu,
Tüm dünyaya “Türk” olmanın ne olduğunu gösterdiği, Atatürk’le olan anısı,
Okuttuğu binlerce Türk genci,
Yazdığı yüzlerce kitap,
Ve bizde bıraktığı güzel anılarla sessiz sedasız gitti bu dünyadan.