Bir deli gömleği olarak “HDP”
Muhalefet 6’lı Masa’yı kurdu kuralı AKP-MHP cephesinin temel propagandası, HDP’nin gizli 7’inci ortak olduğu iddiası üzerine kurulu. Dur durak bilmeden tekrar edilen bu söylem, elbette siyaset sahnesinde 2015’te yaşanan kırılmanın bir uzantısı olarak varlığını devam ettiriyor. Bugün HDP’nin herhangi bir “muhalif” vurgusunu, söz gelimi CHP’ye bağlamak iktidar ve ikna ettiği kitlesi için yeter sebep.
Sonuçta 12 Eylül sonrası kurulup kapatılan tüm öncülleri gibi HDP’nin de PKK ile organik ve manevi bağları gizli değil. Haliyle HDP’yi, CHP ve İyi Parti’nin lokomotifindeki muhalefetin aslî unsuru gibi göstermek, böyle bir iktidar ve tabanı için vazgeçilmez ihtiyaç.
İktidarın HDP’yi karşıt gösterme ihtiyacının arka planında ise stratejik bir gerçek yatıyor. Sonuçta etnik bölücülük, hem tarihsel olarak hem de teorik olarak İslamcılığın ikizi. Milliyetçilik ise, 100 yıldır her ikisinin karşısında sahnede duran tek panzehri ve tek ilerici tavır oldu.
Dolayısıyla gerici ittifak, “milliyetçi” maskesini elden bırakmamalı ve etnik bölücülüğü her fırsatta “Atatürkçü” kitlelerin üzerine sıçratmalı. Yani burada partilerin şeytanlaştırmadan aldığı pay asgari sayılır. İktidar, aslında dosdoğru tabanları, yani halkı, terör ve bölücülükle itham edip hedefe koymuş oluyor.
Propaganda mekanizmasının hakkını vermeli. Havuz medyasında bu uğurda PKK’nın Kandil’deki kadrosunun “muhalif” demeçlerini düzenli olarak yayınlamaktan bile çekinmiyorlar. Bir PKK’lının referanduma “Hayır” demesi kadar, CHP’ye yerleşmiş Kürtçü kadroların sabote edici hareketleri de sürece tuz biber ekiyor.
Öte yandan Demirtaş başta olmak üzere hatırlı sayıda HDP’linin adli kovuşturmaya uğraması, gözaltı, tutukluluk ve mahkûmiyet halleri ve çok sayıda HDP’li belediyeye kayyum atanmış olması, davaların içeriğinden bağımsız olarak HDP ile ilgili genel bir “mağdur muhalif” algısını doğurmuş durumda. Yani AKP-MHP’nin HDP’yi (ve dolayısıyla terör örgütünü) tüm muhalefetle eşitleme gayreti, bölünmüş kamuoyunun hemen hemen tüm dilimleri açısından talihsiz bir şekilde işe yarıyor.
CHP’nin “HDP ile görüşmüş” olmasını “PKK ile temas etmek” sayan Devlet Bahçeli’nin sadece üç ay sonra AKP’nin HDP ile görüşmesini “doğal” kabul etmesi, kamuoyuna nasıl bir deli gömleği giydirildiğinin en açık tezahürü olmuştu.
Tüm ülkeye uygulanan böylesi bir psikolojik işkencenin gözden kaçan faturası ise, HDP’nin muhalifliğinin sorgulanmaması oluyor. İktidarın işkence ve beyin yıkama tekniği bazen o kadar başarılı ki HDP’nin kimliğine ve konumuna dair şüphe getirmek, sonu tecritle biten bir tabu halini bile alabiliyor.
Böylece MHP’nin muhalifleri sindirmeye yönelik çifte standardı ortaya salınırken, sorulması gereken asıl soru taş gibi yere bağlanıveriyor: HDP nasıl oluyor da aynı anda hem faşist AKP ile Anayasa pazarlığı yapabiliyor hem de muhalefetin vazgeçilmez parçası ve demokrasinin kutsal kâsesi olabiliyor?
Kardeşim, bu ne lahana turşusu, diye soran olursa; hem içeride hem dışarıda, her yönden yayılım ateşi halinde saldırıya geçiyorlar. Öyle de mağrurlar yani. Nitekim Türk Solu’nun 631’inci sayısında Ali Özsoy’un da değindiği gibi Edirne Cezaevi’ndeki Selahattin Demirtaş, yattığı yerden doğrulup Erdoğan’ın kurşun askerliğine soyunmuş, muhalefeti “AKP’yi yıpratmak”la suçlayabilmişti.
Türk Solu’nun 15 Kasım 2022 tarihli söz konusu sayısı, “AKP-MHP-HDP Kürt-İslamcı Saray İttifakı” kapağı ile çıkmıştı. Geçtiğimiz hafta bu Türk Solu kapağını tepeden tırnağa doğrulayan önemli bir gelişme yaşandı. Öyle ki, Atatürkçü, solcu, ilerici makyajlı en inatçı HDP savunucuları bile bu durumu pek savunamadı.
Hani mesele Mansur Yavaş’tı?
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Kars’ta yaptığı konuşmada HDP olarak kendi Cumhurbaşkanı adaylarıyla seçime katılacaklarını, en yakın zamanda kendi adaylarını da açıklayacaklarını bildirdi. Peşi sıra HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel de bazı açıklamalarda bulunarak partisinin tutumunu netleştirdi. HDP’yi kimse yanlış anlamıştı. Belki de herkesten önce Cumhurbaşkanı adayı çıkaracak olan HDP’dir. Kim bilir?
Oysa HDP’nin bugüne kadar muhalefetin “ortak adayı” konusunda defalarca teyit edilen söylemi, iki isme peşin itiraz belirtmek suretiyle desteklemek şeklindeydi. AKP’nin, HDP’yi 6’lı Masa’nın altındaki gizli 7’incisi, hatta arka plandaki yöneticisi sayarken öne sürdüğü dayanaklardan biri zaten bu değil miydi?
İki isim tabi ki ülkücü kökenli Mansur Yavaş ve Meral Akşener. HDP’den çok daha güçlü şekilde muhalefet çevrelerinde ve medyada tutulmuş köşe başlarında Mansur Yavaş’ın nasıl tu kaka edildiği hepimizin malumu. Bu çevreler, tüm kamuoyu yoklamalarında ipi göğüslemekle kalmayıp bir de AKP’yi ezip geçmesine rağmen Yavaş’ı akla zarar bir mantıkla yanlış aday ilan etti.
HDP ve medya şebekesinin ısrarla pompaladığı sakat mantık, Mansur Yavaş’ın en yüksek oyu alacak olsa da Kürtlerden oy alamayacağı iddiasına dayanıyor. Etnik siyaset meselesine ve seçmen kitleyi feodal ağa gibi pazarlık konusu yapma ahlaksızlığına hiç girmeyelim.
Ancak beyin yıkama operasyonu o kadar etkili ve HDP’nin Mansur Yavaş şerhi o kadar kanıksanmış durumda ki; Pervin Buldan’ın “HDP kendi adayını çıkaracak” açıklaması gündeme ilk düştüğü saatlerde 6’lı Masa’nın Mansur Yavaş’ın adaylığını onayladığı zannedildi. HDP de sanki buna tepki veriyordu.
AKP’yi tarihin çöplüğüne gömmek için ideolojik uçları törpülemek gerekirken –yalandan da olsa– “kilit parti” sıfatını takınmanın bu derece bir “kendini dayatma” hakkı verip vermemesi ise, bir başka tartışma konusu.
Oysa Mansur Yavaş’ın halktan aldığı devasa desteğe rağmen, siyasetin tepesinde şansının zayıf olduğu biliniyor. Ne Kılıçdaroğlu’ndan ne de CHP kurmaylarından aksi yönde en ufak bir işaret bile gelmedi.
Bu arada en son aralık ayında HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın itiraf niteliğindeki açıklaması, HDP’nin Mansur Yavaş ile ilgili tüm kurgusunu yerlebir etti. Okan İşbecer’in Türk Solu’ndaki 14 Aralık tarihli analizi olmasa, AKP propagandası ile HDP medya şebekesinin parazit kasırgası içinde bu gerçeğe işaret eden yok. Propagandanın etkisinden sıyrılıp fark eden zaten yok.
Ziya Paşa’nın “sirkatin’ söyleyen merd-i Kıptî”si gibi Mithat Sancar da HDP seçmeninin gücünü ortaya koyayım derken aslında Kürtlerin bal gibi de Mansur Yavaş’a oy verdiğini itiraf ediyordu. HDP’nin kendini dayatma hakkını meşrulaştırma çabası içindeki Sancar, muhalefete 2019’da büyükşehir belediyelerini her yerde Kürtler sayesinde AKP’den aldığını hatırlatıyordu. Ne var ki “her yer”e Ankara da dâhil. Kuşkusuz, Kürt kökenli vatandaşlar Ankara’da ülkücü kökenli Türk milliyetçisi Mansur Yavaş’a oy vermişti. Mithat Sancar da ballandıra ballandıra bu gerçeği teslim etmişti.
HDP’nin geniş midesi ve seçim stratejisi
Yalnız HDP’li Sancar’ın sıkıntısı burada bitmiyor. Kürtler HDP’ye rağmen Mansur Yavaş’a oy verdiyse sorun var. Böylece HDP’nin Kürtler üzerindeki ağırlığının sanıldığından az olduğu ortaya çıkıyor. Yok, eğer diğer büyükşehirler gibi Ankara’da da Kürtlerin yönlendireni, iradesi, öncüsü gerçekten HDP ise, o zaman HDP’nin ilkesizliği gün yüzüne çıkıyor. Bana kalırsa bu çıkarımların ikisi birden geçerli. Ve demek ki aslında HDP’nin Mansur Yavaş, Meral Akşener veya ülkücülük gibi bir kırmızı çizgisi falan bile yok.
Ama HDP’lilerin Kılıçdaroğlu veya İmamoğlu seçenekleri sorulunca “sorun isimler değil” diyerek güya ilkesel duruş sergilemesi, bu tabloya bakınca ironik biçimde geçerlilik kazanıyor. Sorun gerçekten de isimler değil. Hatta sorun ülkücülük bile değil. Sonuçta bu seçimin kaybedilmesine katkı sunacak olan HDP, ülkücü Bahçeli’nin iktidarını koruyup kollamış olacak. Adı da ilkesel duruş olacak.
Pervin Buldan’ın Kars’ta yaptığı “aday çıkarma” açıklaması ile şimdiye kadar HDP’ye atfedilen “mazlum muhalif” rol tabi ki önemli darbe yedi. Fakat HDP yönetiminin fire vermeksizin Buldan’ı doğrulaması, hatta aday belirleme sürecine dair iddialı söylemler dile getirmesi, söz konusu açıklamanın bir siyasi acemilik veya kaza değil, HDP’nin planlı programlı bir hamlesinin ilk adımı olduğunu gösteriyor. HDP’nin gerçekten de bir aday çıkarıp çıkarmayacağından bağımsız olarak geçerli durum budur.
Üzerinde sallanan kapatma davası kılıcına, kayyum marifetiyle elinden alınmış onca belediyeye ve hapse atılmış üyelerine rağmen HDP’nin midesinde AKP’ye her zaman yer var. Parti kapatma ve siyasi yasaklar, yıkıcı etkisi ne olursa olsun bu konuda zaten şerbetli olan HDP’liler söz konusu olduğunda biraz abartılı bir tehdit. Mağara menşeli Kürtçü siyaset için parti meselesi fazlasıyla pratik bir konu. Kaldı ki etnik siyaset haşeresini, %10 barajını geçecek şekilde Edoğan’ın AKP’sinden başka kim hormonlayabilirdi? Ne yani? Vefâ, İstanbul’da bir semt adı mıdır?
Dolayısıyla seçim tarihi yaklaşırken HDP’nin aldığı pozisyon, Makyavel’i çatlatacak cinsten. HDP’nin aldığı karar, hem muhalefet cenahında kızışan adaylık sürecini ve 6’lı Masa içi gerginlikleri hem de –halen zor durumdaki– AKP’nin aciliyet kazanan garanti ihtiyacını görerek her iki tarafa karşı pazarlık masasını en üst rakamdan açmak olmuştur.
Siyasetin sıkışmışlığı içerisinde HDP’nin yapacağı kendi açısından açık ve net. Sineğin yağını çıkarırcasına bir yandan muhalefeti yüksek perdeden sitemkâr ajitasyonla tehdit edip politik bazı taahhütler koparmaya çalışacaklardır. Davutoğlu’nun 6’lı Masa’nın iktidarına dair utanmazca sözünü ettiği bakan pazarlığı ve ortaklık hesabı, HDP’nin de ağzını sulandırmış olmalı. HDP bir yandan da AKP’ye iktidarın anahtarının kendisinde olduğunu ima ederek “vazgeçilmez en mazlum bileşeni” kabul edildiği muhalefeti satmanın yollarını arayacak.
HDP’nin sanki Squid Game’de yarışmacıymış gibi mutlak güvensizlik ve keskin bencillik üzerine oyun kurguladığının önemli bir kanıtı, fraksiyon partileriyle kurduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın bu hamleden haberinin olmamasıydı.
AKP’den gelecek en ufak bir “gel” işaretini hasretle bekleyen HDP’nin yok sayarak aşağıladığı ittifaktan EMEP Genel Başkanı, “20 Ocak toplantısı beklenebilirdi. İttifak hukukuna da uygun hareket edilse daha iyi olabilirdi,” demekle yetindi. Meclisin 4 TİP’lisi ise ortak adaya daha yakın oldukları mesajını vermekle yetindi. Diğer ittifak üyeleri bir tepki verebilmiş midir? HDP’de bu rahatlık, müttefiklerinde vurdumduymazlık olduktan sonra anlamı yok tabi.
İşin daha da acınası tarafı şu ki Pervin Buldan’ın “HDP adayı” çıkışı, tüm ittifakları kapsayacak bir ortak aday vurgusunun yapıldığı ittifak toplantısının hemen üzerine geldi. Küfür eder gibi! Nihayet fraksiyon partilerinin HDP açısından işlevi de böylece apaçık ortaya çıkmış oluyor: arkada dekor olmak.
HDP gibi sırtını silahlı teröre dayamış ırkçı gerici bir oluşumun, sol yelpazede ilerici, demokrat ve şirin görünmeye ihtiyacı var. Erol Büyükburç kadar bile saksı olmaya isyan edemeyen kuyrukçu fraksiyonların ise, uygun listeden aday olup “sosyalizmi TBMM’ye taşımak” gibi son derece duygusal kariyer umutları var.