İkiz kardeşler
HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılması kamuoyunda büyük tepkiye neden oldu. Tepkiler haklı elbette, böylesine bölücü ve gerici bir partinin Türkiye’yi yöneten ittifaka dahil olması, ülkemiz için de, bu ülkede yaşayan her bir vatandaşımız için de büyük bir tehdittir.
Fakat HÜDA PAR’a karşı böylesine büyük ve haklı bir tepki oluşurken, HÜDA PAR’ın ikiz kardeşi olan HDP’ye kimsenin sesinin çıkmamasının makul bir açıklaması var mı acaba?
Gelin şu HÜDA PAR ve HDP tarihine baştan bir bakalım, Habil ve Kabil’i tanıyalım…
Hizbullah ve PKK kuruluyor
1979 yılında İran’da İslamcı karşı devrim olduğunda tüm Ortadoğu’yu saracak bir terör ağı da örgütlenmeye başladı. 1979 yılında Türkiye Hizbullah’ı olarak bilinecek olan örgüt de temellerini atıyordu. Örgütün merkezi Diyarbakır’dı.
PKK ise 1978 yılında faaliyete geçmişti. O günlerde “Apocular” olarak bilinen örgütün de merkezi Diyarbakır’dı. Örgüt harekete geçer geçmez kendisine iki grubu hedef belirledi: Türk sol örgütleri ve diğer Kürt örgütleri. Son derece vahşi saldırılarla militanları katledildilen Türk sol örgütleri, bölgeden silindi. Hemen ardından sıra diğer Kürt örgütlerine geldi. Sol görüşlü Kürt örgütleri de PKK’nın terör saldırısı sonrasında çökertilecekti.
1978 ile 1980 arasındaki kanlı iki yılın sonunda 12 Eylül tarihinde darbe oldu. Darbe son derece acımasızdı, tüm sol örgütlerin üzerinden adeta silindir gibi geçmişti. Sadece sol örgütler değil ülkücüler de bu furyadan nasibini almıştı, Sol kökenli Kürt örgütleri de…
12 Eylül’ün dokunmadıkları da vardı ama!
12 Eylül, İslamcılara pek dokunmamıştı, elbette Hizbullah’a da…
12 Eylül’ün gazabından kurtulan bir diğer örgüt de PKK’ydı. Başta Apo olmak üzere örgüt liderleri Suriye’ye kaçırılmışlardı darbeden hemen önce.
Evet, darbenin dokunmadığı iki örgüt vardı koca ülkede: Hizbullah ve PKK…
Bunun bir sırrının olması gerekirdi ve o sır da İran istihbaratıydı. Her iki örgütün kuruluşunda da İran istihbaratı vardı. Elbette tek değildi İran, yanında Hafız Esad’ın Suriye İstihbaratı da vardı. Tabii hepsinin arkasında da o dönemler hâlâ Sovyetler olan Rus istihbaratı.
İran istihbaratının kurduğu iki örgüt
Habil ile Kabil’in sırrı buydu: İkisi de İran gizli servisi tarafından kurulmuştu ve tam da bu nedenle hiç birbirleri ile karşı karşıya gelmemişlerdi. 1978-80 arası bölgedeki tüm sol örgütlere saldıran ve terör uygulayan PKK sadece Hizbullah’a dokunmamıştı.
1980 sonrası iki örgüt de rahat gelişme imkânı buldu. 1984 yılında PKK silahlı teröre başladı ve ilk defa devleti karşısına aldı. Bu da bir ilkti, PKK kurulduğu günden beri hiç devlete karşı savaşmamıştı, sadece sol örgütlere ve diğer Kürt örgütlerine karşı savaşmıştı. Bu sayede de devlet PKK’yı adeta görmezden gelmişti.
1984 sonrasında ise PKK’nın saldıracağı sol örgüt veya Kürt örgütü kalmamıştı, o nedenle Kürt köylülerine ve sivillere savaş açtı. Örgüt, kendisini bebek katili olarak tanıtacak vahşi saldırılarına başladı. Apo, bu stratejiyi şöyle savunacaktı: “Kürtler şiddetten anlar, onların tavuğunu bile öldüreceksiniz!” Bu dönemde, sadece Türk askerler ve devlet görevlileri öldürülmedi, Kürt köylüleri de katledildi.
Ama PKK’nın dokunmadığı tek bir kesim vardı: Hizbullah.
Hizbullah ise o dönemde kendi içinde birbirine düştü, İlimciler ve Menzilciler olarak bölünen örgütte liderlik kavgası başladı. Kanlı bir iç savaş yaşadılar fakat tüm bu savaşa karşın PKK ile karşı karşıya gelmediler.
Böyle olması çok doğaldı, Hizbullah’ın da PKK’nın da merkez üssü aynı yerdi: Suriye’nin Bekaa Vadisi.
PKK ve Hizbullah: Kısa savaş, uzun barış
1991 yılından sonra tüm Ortadoğu’da dengeler değişti. Dengeleri değiştiren temel olgu Sovyetler Birliği’nin dağılmasıydı. Sovyetler dağılınca PKK kendisine yeni bir koruyucu arayacaktı ve o koruyucu da ABD olacaktı. Fakat burası Ortadoğu’ydu ve görünen her gerçeğin arkasında çok daha derin başka bir gerçek yer alırdı.
ABD, sözde İran ile karşı karşıyaydı, İsrail ise Hizbullah ile savaşıyordu, Hafız Esad sözde Amerikancıydı ama Hizbullah’a da PKK’ya da ev sahipliği yapıyordu. Derin gerçek ise şuydu: ABD ve İran, öncelikle Saddam’ı yok etmek için işbirliği halindeydiler, yine ikisi de Türkiye’ye karşı Kürt kartını kullanıyor ve PKK’yı destekliyordu. İran, laik Türkiye’ye karşı cihad örgütlerken Hizbullah silahlandırılıyor ama devlete saldıran PKK oluyordu.
Hizbullah ile PKK yine yan yanaydı ama 1992 yılında iki örgüt arasında çok kısa bir savaş yaşandı. Savaş o kadar kısa sürdü ki sadece lafta devam etti ve efsaneleşti. Bugün bile insanlar Hizbullah ile PKK’nın o günden bu yana savaştığını söyler ama bu bir şehir efsanesidir. İki örgüt ufak çaplı bir çatışma dışında karşı karşıya gelmemiştir. Hizbullah içi çatışma ile Hizbullah-PKK arasındaki çatışmayı kıyaslayacak olursak ikincisi okul kavgası gibi kalır.
İşin ilginci Apo, Hizbullah ile PKK’yı barıştıranın İran gizli servisi olduğunu açıklamıştır!
O tarihten sonra iki örgüt Kobani olaylarına kadar bir daha hiç karşı karşıya gelmediler.
Uğur Mumcu suikastı
Aslında aralarında bir işbölümü gerçekleştirilmişti. PKK’nın Marksist-Leninist kimliğini bir yana bırakarak din örgütlenmesine girmesi de bu döneme rastlar.
Bu dönemde işlenen korkunç bir cinayeti ise özellikle hatırlayalım: Uğur Mumcu suikastı.
Suikastı gerçekleştiren İran denetimindeki Kürt İslamcılardı. Ama bu suikasta en çok sevinen de PKK olmuştu. Bu suikasttan önce de sonra da PKK yanlısı yayınların Uğur Mumcu’ya nasıl saldırdığını herkes arşivlerde okuyabilir.
Baş düşman Kemalizmdi, Kemalizmin en önemli ve simge temsilcisi Uğur Mumcu’ydu ve Uğur Mumcu hem ABD’nin hem İran’ın hedefindeydi. Son iki kitabının adları, cinayeti de, günümüzün temel sorununu da aydınlatmaya yeter: Kürt-İslam Ayaklanması ve Kürt Dosyası.
Uğur Mumcu, keskin bir öngörü ile Şeyh Sait’ten PKK’ya uzanan derin bağı tespit etmişti, PKK, Marksist makyajına rağmen Şeyh Saitçiydi. PKK sol bir örgüt değildi, düpedüz İslamcıydı, bu nedenle de bölgede Kürt şeyhleri ile işbirliği yapıyordu. Çok ilginç bir ittifaktı bu, sözde laik PKK ile şeyhler bir aradaydı, Kürt din adamları koyu Şafii ve Şia düşmanı olmasına karşın İrancıydı, hepsi el ele vermiş, laik TC’ye savaş açmışlardı!
Kürt-İslam gerçeği
Hizbullah ile PKK’nın dinci işbirliğini anlamadan bugünü anlayamayız.
1990’lı yıllarda öne çıkan bir örgüt daha var: İHD. İnsan Hakları Derneği, 12 Eylül sonrası insan hakları için kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu idi fakat kısa sürede PKK’nın kontrolüne gidi.
İHD’nin yanında bir örgüt daha kurulmuştu: Mazlum-Der. Bu, İslamcı Kürtçülerin kurduğu insan hakları derneğiydi ve elbette içinde Hizbullah da vardı.
İHD’nin başkanlarından Akın Birdal, PKK’nın o dönemki legal partisi BDP’den milletvekili olmuştu. Eh, Akın Birdal ne de olsa laik bir Kemalizm düşmanıydı, yeri de İHD olabilirdi.
Ama Mazlum-Der’in Ankara şube başkanlığını yapan Ayhan Bilgen de HDP’den milletvekili olmuştu! Ayhan Bilgen aynı zamanda Demokratik İslam Kongresi’nin de kurucularından ve koyu bir Şeriatçı. Mazlum-Der ile HÜDA PAR arasında bir kardeşlik ilişkisi de mevcut elbette.
Tabii bu tabloda Altan Tan’ı unutmayalım! Altan Tan, siyasete Refah Partisi’nden başlayan Kürt-İslamcılardan, en son durağı HDP milletvekilliği idi. Onun yakın arkadaşlarından Mehmet Metiner ise AKP milletvekilliği yapan Kürt-İslamcılardan.
Bu ağın en önemli ismi ise kesinlikle Tayyip Erdoğan’dır.
Koyu Kürt-İslamcı olan Erdoğan’ın hem HDP ile hem de HÜDA PAR ile ittifak yapıyor olması onun bir çelişkisi değil, Ortadoğu’nun doğasıdır. AKP, PKK ve Hizbullah’ın, onların yasal kolları olan HÜDA PAR ve HDP’nin kesişim kümesi gibidir. Kürtçü isimler bu partiler arasında dolaşıp dururlar, önemli olan partileri değil, cepheleridir. O cephe Kürt-İslam cephesidir.
Kürt-İslamcılığı, bu bukalemun Türk düşmanlığını anlamazsak oynanan oyunun farkına varamayız. Kürt-İslamcılar kimi zaman laik görünebilir, kimi zaman sosyalist takılabilir, bazen İrancı bazen Suudcu olabilir, hem Nurcu hem Nakşi olabilir, Amerikancı da Rusçu da Çinci de olabilirler. Türk düşmanlığı nerede ise oradadırlar. Türk ulus devletine ve bu ulus devletin temeli olan laikliğe karşıdırlar.
Dürüstlüğe davet
HÜDA PAR üzerinden dönen tartışmalar laik ve ulusalcı kamuoyunun ne kadar saf olduğunu gösteriyor. “Herkes HÜDA PAR’a saldırıyor ama kimsenin HDP’ye sesi çıkmıyor,” demiştik. Yukarıdaki tarihçe sanırım HDP ile HÜDA PAR arasındaki kardeşliği anlamamız için yeterlidir.
Ama sanırım en çok ihtiyacımız olan tarih değil dürüstlük dersi…
HÜDA PAR’ı savunacak değilim ama HÜDA PAR’a saldırırken, ona saldırmam için kendime gerekçe yaptığım argümanların HDP’de de olduğunu görmeyecek, saklayacak kadar namus yoksunu değilim.
Hizbullah bir terör örgütü mü?
Evet.
HÜDA PAR onun yasal kolu mu?
Evet.
Bir terör örgütünün yasal partisinin Meclis’te olmasına mı karşısınız?
O zaman HDP’nin de Meclis’te olmasına karşı çıkın bir zahmet.
HDP, açık bir şekilde PKK’nın yasal kolu olmanın ötesinde, HDP’li isimler Apo’yu önderleri olarak görüyorlar, bunu açıkça ifade ediyorlar ve bir kırmızı çizgileri var, bugüne kadar HDP’nin milletvekilinden sıradan üyesine tek bir HDP’liye bile kimse “PKK bir terör örgütüdür” dedirtemedi!
Şimdi demokratik siyaset diye HDP’nin varlığını kabul edip, üstelik bunu muhalefet cephesine sokmak için uğraşıp, bir yandan da HÜDA PAR’a karşı çıkmak dürüstlük değildir.
PKK, kadın katili bir örgüt
HÜDA PAR laikliğe karşıymış, kadın düşmanıymış, bu nedenle gericiymiş öyle mi?
Doğru!
Ama HÜDA PAR kadın düşmanlığında PKK ile asla yarışamaz.
PKK’nın katlettiği 17 yaşındaki kızımız Serap Eser’i hatırlayın. Aybüke öğretmeni hatırlayın. PKK’nın katlettiği onlarca kadın öğretmeni hatırlayın.
Siz hatırlamazsanız ben size hatırlatayım…
PKK terör örgütü, 1991 yılında Esma Karadoğan’ı, 1993 yılında Elif Livan’ı, Nuriye Ak’ı, Nurgül Kale Aladağ’ı, Yasemin Tekin’i, Ayşe Konakçı’yı, Neşe Alten’i, 1996 yılında Aynur Sarı’yı, Nesrin Ünügür’ü katletti.
Evet bunların hepsi gencecik kadın öğretmenler. Duymadıysanız duyun, bilmiyorsanız bilin. PKK, kadın düşmanı olmanın ötesinde kadın katili bir örgüttür.
Ama PKK’nın kadın düşmanlığı ve gericiliği bununla sınırlı değildir. Kürt genç kızlarını dağa kaçıran, onları zorla savaştıran bir örgüttür. Utanmadan da bunu kadının özgürleşmesi diye sunarlar.
Kadının özgürleşmesi değil köleleşmesidir bu. Bir terör şebekesinin elinde tutsak olmasıdır. Tıpkı bir fuhuş çetesinin, uyuşturucu şebekesinin eline düşen kadınların durumu gibidir bu.
HÜDA PAR’ın kadın düşmanlığı, İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa üzerinden konuşmak, ahkâm kesmek çok konforlu olabilir ama buyurun bu terör örgütünün yasası üzerine konuşun biraz.
Ağalık sistemi
HÜDA PAR, Türk bayrağını kabul etmiyormuş, öyle mi?
Peki ya PKK? O kabul mü ediyor?
HÜDA PAR, Atatürk’e karşıymış!
Yahu, “Mustafa Kemal’in itleri” diyen Sırrı Sakık HDP’li değil mi?
Neden HDP’ye sesiniz çıkmaz?
Nedenini ben açıklayım isterseniz size…
PKK, çok geniş bir terör ağı kurmuştur, bu ağın uluslararası bir niteliği vardır. Öyle büyük bir terör ağıdır ki bu, terörün bize gösterilmemesini sağlayacak sivil bir toplum oluşturmuştur bu örgüt. İşte o sivil toplum, bize sürekli HDP güzellemesi yapar durur.
Sol makyajlıdır, liberal giysilidir, laik bakışlıdır, demokratik görünümlüdür.
Ama gerçek olan PKK bir terör ağasıdır.
Bu ağa, Türkiye’de pek çok aydını da marabası yapmıştır.
Ve maalesef bunların büyük kısmı solcudur.
Bakın HDP şimdi bir Emek ve Özgürlük İttifakı kurdu, içinde irili ufaklı bir sürü Türk sol ve komünist örgüt var. Ama bu kişiliksiz solcular kendi örgüt amblemlerini bile kullanamıyorlar! TİP, bari illerin yarısında kendi logomuzu kullanalım dedi de nasıl kıyamet koptu gördünüz.
Evet, sistem bu; tam bir ağalık ve marabalık sistemi.
Ne o, hoşunuza gitmedi mi?
Maraba değil misiniz?
Hadi o zaman kolaysa ağanıza karşı çıkın da göreyim sizi…
Ha bu arada ağanız adını yine değiştirmiş, yeni adı Yeşil ve Sol Parti olmuş.
Ama teröristin yeşili de olmaz solu da!
Aslında parti bile yok ki ortada.
Ağalık sistemi bu…