HDP’nin Diyarbakır’da düzenlediği Nevruz mitinginde yaşananlar Kürt ırkçılığının hangi boyutlara vardığını gösteren önemli bir örnek.
Sosyal medyada yayınlanan görüntülerde HDP’lilerin TİP ve LGBT flaması taşıyanlara saldırdıkları, ellerindeki flamaları aldıktan sonra parçaladıkları görülüyor.
Sürekli “demokrasi”den bahseden, “ezilmişlik” propagandası yapan Kürt siyasi hareketinin altını kazıdığımızda karşılaştığımız bir faşizm gerçeğidir gördüğümüz.
Kürtçülüğün olduğu yerde şiddet, şiddetin olduğu yerde de faşizm vardır. HDP’nin bir siyasi parti niteliği taşımamasının tek sebebi PKK ile olan organik ilişkisi değil; “demokrasi”yi zaman zaman binilecek, çok zaman da inilecek bir tramvay olarak gören bir hareket olması.
Nevruz alanında yaşananlar “münferit” bir olay değil, HDP’nin rakibi olarak gördüğü diğer siyasi hareketleri nasıl yok ettiğini gösteren kısa bir özet.
Kürt siyasi hareketi, her zaman devleti “imha” aracı olarak suçlar ancak kendisi bizzat büyük bir “imha aracı”dır.
Şimdilerde söz edilmese de dönemin “Apocularının” 70’li yıllarda Güneydoğu’da siyaset yapan tüm örgütlenmelere yönelik şiddet hareketleri hala arşivlerde duruyor.
Sonraları “PKK’ya evrilen” Apocu terör örgütü, kendisi dışındaki tüm sol örgüt militanlarını kaçırarak, işkence ederek ve öldürerek “imha etti”.
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananları hatırlayanların, PKK’nın tüm sol örgütleri nasıl ortadan kaldırdığını ve yok ettiğini hatırlamaması çok manidar(!)
Kürt siyasi hareketinin Güneydoğu’da kendisi dışındaki tüm siyasi hareketleri “yola getirmesi” ve “önderliğini kabul ettirmesi”, şiddetin ana unsur olarak kullanıldığı böylesi bir “ikna” sürecinin sonunda gerçekleşti.
Bugün PKK kuyrukçuluğu yapan bir çok “sol örgüt” militanı, o dönemde PKK tarafından katledildi. Demek ki celladına aşık olan sadece siyasal İslamcılar değil.
Hayatta kalan “Türkiye solunun” siyasi örgütlenmeleri de PKK terörün mağduru oldukları halde Kürt siyasi hareketinin sempatizanları haline dönüşüverdi.
“Sol”un kendi tarihsel kökeninden kopması, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığına evrilmesi ve Denizlerin benimsediği “milliyetçilik” kavramının reddedilmesi; Kürt siyasi hareketinin kurduğu böylesi bir tahakkümün ve kölelik ilişkisinin sonucudur.
“Türk Solu” olarak böylesi bir şiddet kültürüne hiçbir zaman boyun eğmedik. Kürtçülüğe teslim olmamanın bedeli ise “sol mahallenin” bizlere uyguladığı büyük sansür ve itibar suikastı oldu.
Şimdi “mahalleli” Nevruz alanında maruz kaldığı müdahaleyle, görmezden geldiği acı gerçeğe çaresizce tanıklık ediyor.
Oryantalist bir acıma duygusuyla yaklaştığı, korumaya çalıştığı ve “tutkuyla bağlandığı” Kürt siyasi hareketinin hissettiği en ufak bir güvensizlik anında dişlerini nasıl gösterdiğini, saldırganlaştığını ve tırmaladığını bizzat “deneyimliyor”.
Yaşanan aslında “Ya benimsin ya kara toprağınsın!” diyen “eril” bakış açısının, politik alana “ya benim örgütümdensin, ya düşmanımsın” şeklinde yansımasıdır.
TİP’in genel seçimlere kendi amblemiyle girmek istediği için işittiği küfürlerin de miting alanında dayak yemesinin de kökeninde bu feodal şiddet kültürü yatıyor.
Dayak olayının sineye çekilmesi ve tepki gösterilmemesi ise TİP’in bu ilişkideki çaresizliğine bir işaret. “Mahallenin” yeni süper starları Erkan Baş’ın, Ahmet Şık’ın, Barış Atay’ın ve Serra Kadıgil’in suskunluğunun başka bir açıklaması yok.
Demek ki tüm “dayaklar” eşit değilmiş!