HDP’li iki kadının açıklamaları aylardır Türkiye’deki ittifak politikalarını ortaya koyan analizimi birebir doğruladı.
Seçimlerden önce vruguladığım iki eğilimin ortaya çıktığıydı. Biri Abdullah Öcalan ve HDP’nin belli bir kanadı ile AKP’nin yakınlığı, diğeriyse “radikal demokrasi” kavramı içinde Selahattin Demirtaş’ın CHP ile oluşturduğu ittifak.
HÜDAPAR ile AKP’nin yaptığı ittifakın aslında HDP ile AKP ittifakına yol açacağını vurgulamıştım. Diğer bir yazımda ise AKP ile HDP’nin anayasa, anayasal vatandaşlığın kabul edilmesi, kayyumlar ve af konusunda anlaştığını ve AKP’nin iktidar gücü nedeniyle HDP’nin çıkarının AKP ile ittifakta yer aldığını vurgulamıştım. HDP, AKP’nin devrilmesi için Altılı Masa ile ittifak yerine kendi stratejik hedefleri ve seçilmiş belediyelerine kayyum atanmaması gibi taktik ihtiyaçları nedeniyle AKP ile ittifakı tercih etti.
Bugün AKP’nin yanında yer alan MHP, geçmişte CHP’nin yanındayken, AKP’nin yanında ise HDP yer almaktaydı. Bu ittifakın da desteğiyle AKP 1994’ten beri yerel seçimlerde İstanbul’u rahat kazanmaktaydı. Bunun çok tipik örneği, Gezi olaylarında HDP’nin kesinlikle katılmaması, hatta Gezi’yi eleştirmesi ve HDP’nin egemen olduğu Güneydoğu şehirlerinde hiç eylem olmamasıydı.
Leyla Zana’nın “Öcalan’ı ve Erdoğan’ı sürecin dışında bırakmak istediler” diye özetleyebileceğimiz son açıklamasını analiz ettiğimiz zaman, kimdi bunu savunanlar? O dönemde “Seni Başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş’tı. Arkasındaki destek ise Kandil veya Karayılan’dı. Öcalan’ın dışlanması işte bu çizgi tarafından gerçekleştirilmişti. Kandil o dönem “Önderlik esirdir. Esir önderliğin yol haritası geçerli değildir.” diyordu. Bunu o dönem kaleme aldığım “Kandil ve İmralı yol ayrımında” başlıklı yazımda da vurgulamıştım.
Cumhurbaşkanlığı seçiminden önce, HDP’nin Öcalan’ı öne çıkaran söylemi vardı. Öcalan ile Selahattin Demirtaş ikileminde ise, Demirtaş CHP’nin yanında, Öcalan ise CHP’nin karşısında yer alıyordu. Öcalan’ın bu tavrı AKP ile mutlak olmasa bile dolaylı bir ittifaktı.
Açılım döneminde Rojava’daki gelişmelerin ardından Kandil açılımın devamına karşı çıkarak Leyla Zana’nın vurguladığı gibi Öcalan’ı dışlamıştı. O dönem Leyla Zana da Öcalan da Kandil’in savunduğu toplu ayaklanmaya (Kobane eylemleri) karşı çıkmaktaydı. Kandil ise Rojava’nın Türkiye’ye doğru uzayarak bölgesel özerkliğin ilan edilebileceğini düşünüyordu. Bu açılım sürecine taban tabana zıt bir politikaydı.
Bugün, Başak Demirtaş’ın İstanbul adayı olabileceğini vurgulaması, Demirtaş’tan onay alması ve Dem Parti’ye böyle bir teklif götürülmesi son dönemde vurguladığım HDP’nin çıkarlarının AKP ile ittifaktadır tezlerimi doğrulamaktadır.
Başak Demirtaş’ın adaylığı sembolik olarak aslında Selahattin Demirtaş’ın adaylığıdır. Erdoğan’ın istediği İstanbul’u kazanmanın yolu buradan geçmektedir. Bu, uzun zamandan beri geliştirilen bir politikadır. AKP’nin Yeniden Refah Partisi’yle işbirliğinde çok istekli olmamasının nedeni de bu yeni dengeden dolayıdır.
Geçmişte, PKK’nın inisiyatifindeki partilerin Güneydoğu’da egemen olmadığı dönemde, bugün PKK saflarında siyaset yapan pek çok politikacı CHP ile işbirliği yapardı. Daha sonra, PKK’nın legal partileriyle politika alanına girmesiyle birlikte ayrı bir Kürt siyasi hareketi ortaya çıkınca, bu hareket de CHP yerine AKP ile ittifak halindeydi. Bunun bir nedeni, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına sahip CHP yerine Siyasi İslamcı ve İslamcı Kürtlerin de desteklediği AKP’ye daha yakın olmalarıydı.
İzmir, İstanbul, Mersin gibi şehirlerdeki Kürtler de AKP ile işbirliğine girdiler. “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemleri, hendek savaşları ve MHP’nin AKP ile ittifaka girmesi sonucunda Kürt siyasi hareketinin AKP saflarından ayrılmasına yol açmıştı. HÜDAPAR’ın AKP ile ittifakı HDP-AKP işbirliğinin tekrar yolunu açmıştır.
Geçici “radikal demokrasi” ittifakı sayesinde, CHP Güneydoğu’da hiçbir zaman alamadığı oyları aldı, %60’lara ulaştı. Ancak Leyla Zana’nın son açıklamaları ve Başak Demirtaş’ın adaylığı, Dem Parti’nin yeniden bir yapılanma ve çizgi değişikliğine geldiği görülmektedir. Hatırlanacağı üzere, geçen Nevruz’da, Öcalan ön plandayken Demirtaş geri plana atılmıştı. Önümüzdeki seçimlerde de HDP, CHP ile işbirliğiyle birkaç ilçede belediye başkanlığı kazanmak yerine Güneydoğu’da kayyum atanmış illerde kayyumu engelleme noktasında AKP ile ittifakı tercih etmektedir. HDP’nin İstanbul’da aday çıkarması aslında AKP ile dolaylı bir ittifaktır.
Demirtaş’ın aday olma ihtimali bugün kimi CHP’lileri şaşırtmaktadır. Nitekim, 20 yıllık bir emeğin ürünü olan bu analiz, Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde ütopik ve varsayımsal gözükmekteydi. Ancak HDP’li iki kadının, Leyla Zana ve Başak Demirtaş’ın açıklamalarıyla kanıtlanmıştır.
Bugün orijinal olan, Selahattin Demirtaş’ın mahkemede yaptığı son savunmadır. O açıklamasında Demirtaş, kendisinin Şeyh Sait’in torunu olduğunu vurgulamış ve Türkiye’de Kürt sorununun İslami bakışla daha rahat çözülebileceğini söylemiş ve eski laik-sosyalist söylemden İslamcı söyleme geçmiştir. Bu da AKP ile uzlaşmaya doğru giden bir çizgidir. Bu zaman zaman Öcalan’da da gördüğümüz bir konuydu. Öcalan, anayasa tartışmalarında Avrupalı neo-Marksistlerden Habermas’tan hareket ederek, “Etnisite anayasanın bir konusu olamaz. Anayasa bir hukuk metnidir. Hukuk metninde din ve etnisite yer alamaz.” söylemini kullanmıştı. Zamanla bu laik söylemin gerisine düşerek, olayı İslami perspektife getirmişler ve Demirtaş’ın son savunmasındaki çizgiye gelmişlerdir.
HDP’nin değişik sözcüleri aracılığıyla, “radikal demokrasi”den uzaklaşılmış, İslamcılığa doğru yönelinmiştir. HÜDAPAR’ın AKP ile yaptığı işbirliği de bu bağlamda ele alınmalıdır.
AKP ile HDP çatışıyormuş gibi gözükse de, anayasa, af ve kayyum meselelerinde bir müzakere içindedirler. CHP ile AKP’nin birbirine yakın olduğu Mersin, İstanbul gibi illerde Dem Parti’nin aday çıkarması bu bölgelerde AKP zaferini sağlayacaktır. Bu müzakerenin bir ittifaka dönüşüp dönüşmediğini bu illerdeki seçim süreci gösterecektir.

