HTŞ ile SDG’nin anlaşması aslında olanaklı gözükmeyen bir olay. Aylardır üzerinde durduğum gibi, ABD’nin 52. eyaleti olacak şekilde Suriye’nin SDG tarafından ele geçirilmesi operasyonu olarak Amerikan helikopterleri Mazlum Kobani ile Colani’yi bir araya getirerek anlaşmalarını sağladı. Anlaşmanın içeriği sanıldığı gibi değil. Birincisi, Kürtlerin anayasal hakları savunulacaktır dendiği noktada Türkmenler anayasal hakları bulunmamaktadır. Alevilerin veya Nusayrilerin anayasal hakları yok anlamına gelir. Kürtlerin anayasal haklarının savunulması ise Irak’taki anayasadan baktığımız zaman Kürtlerin anayasal hakları kavramı oldukça geniştir. Anadilde eğitim ve bölgesel özerklik, otonomi, öz savunma güçleri gibi kavramları içermektedir. Bunun dışında, güçler dengesine baktığımız zaman Amerikan tırlarıyla 100 bin kişilik bir ordunun oluşturulduğunu görüyoruz. Üstünde Amerikan uçaklarının hava sahasını kontrol ettiği, Akdeniz’den Amerikan gemisinden füzelerle kontrol edilen bir bölgede HTŞ, Putin’in deyişiyle 350 kişilik Uygur-Özbek-Horasanlıların oluşturduğu ordusuyla bu 100 bin kişilik orduyla mücadele etmesi mümkün değil. Makineli tüfeklerden başka silahı olmayan, ancak silahsız Alevilere karşı savaşabilen bir ordudur bu. Halep’te iki SDG mahallesine giremeyen, oraya girmek için SMO’yu (Suriye Milli Ordusu) da sokmayan bir anlayış söz konusudur.
Diğer taraftan, yıllardır Türk Solu’nda yazdığım gibi iki ana başlık vardır. Birincisi, Türk Ordusu’nun bölgeye girmesi ve Şii Hilali/Kürt koridoru/cihatçıların egemenliğini engellemek için müdahale etmesidir. İkincisi, Afrin’i almazsak Antakya’yı veririz teziydi. 15 Temmuz FETÖ ayaklanmasından sonra Türk Ordusu Afrin’e girerek Fırat’ın batısındaki alanı özgürleştirerek Amanos dağlarından İskenderun’a girmek isteyen PKK’nın yolu kapandı. Ardından Dabık’ta günlerce direnen Türk Ordusu’nun IŞİD’le yaptığı savaş destan olmuştur. Yavuz’un Memluklerle savaştığı yerdir (Mercidabık) burası. Fakat son noktada, haritaya baktığınız zaman, İdlib üzerinden aşağıya doğru indiğimizde, Lazkiye dediğimiz Ladakya bölgesinde Nusayriler yaşamaktadır. Ladakya’da bugünlerde katliamlar olmaktadır. Bunun durdurulabilmesi, fikir olarak mümkün değildir çünkü tarihsel bir zıtlaşma söz konusudur. Bizzat o bölgedeki aklıselim insanların rica ettikleri Türk Ordusu’nun bu bölgeye girerek, Afrin’de ve Dabık’ta yaptığı gibi, Fırat’ın batısından kıyıya doğru uzanması ve bu bölgede kalıcı olmasıdır.
Bu anlamda, Türk Ordusu, Antep’in devamı olarak güneye doğru indiğimizde, İdlib ve Ladakya’ya doğru uzanan bölge doğal bir uzanımdır. Afrin ve Dabık’ta ele geçirdiğimiz, adalet ve barış getirdiğimiz bölgenin devamı Ladakya olmalıdır. Bu bölgede yapılan mutabakat anlaşmasında SMO veya Türk Ordusu’ndan bahsedilmemektedir. Her ne kadar bakanlarımız ve istihbarat başkanlarımız Suriye’ye gitse de bu bölgedeki anlaşmalar ABD’nin gözetiminde yapılmakta, Colani (yeni adıyla (Ahmet eş-Şara) yeni anlaşmalar yaparken bölgedeki Türkmen gruplarını adı bile anılmamaktadır. Colani bütün gruplarla yaptığı anlaşmaya karşılık SMO hiçbir toplantıya çağırılmamıştır. Bu bölgede Türkiye’ye dayatılan Şii Hilali’nde olduğu gibi Fırat’ın batısından çıkması tezidir. Bunun bir adım ötesi Antakya’nın da talep edilmesi olacaktır. Türk Ordusu, buradan çıkmak bir yana, Antakya’nın doğal devamı olan Ladakya’ya uzanmalıdır. Bu aynı zamanda Atatürk’ün hasta yatağında Antakya konusundaki duruşunun savunulmasıdır. Atatürkçülüğün bir görevidir. Bölgede katliamdan korkan Alevilerin Türkiye’yi nasıl göreve davet ettiği ortadadır. Ladakya’da bir halk oylaması yapılsa, bölge halkı Türkiye’ye bağlanmayı tercih edecektir.
Bu konuda ince bir denklem Rusya’yla da uzlaşılarak Tartus’a kadar inilmesi ve bu bölgedeki Alevi veya Nusayri topluluğunun can güvenliğinin korunması sağlanmalıdır. Önümüzdeki temel görev budur.
Geçmişte, tüm Türkiye hududu boyunca 50 kilometrelik bir koridorda tampon bölge oluşturmak istenmiş ancak bu ABD tarafından engellenmiştir. Halbuki, Türkiye kıyı boyunca Samandağ’dan güneye Ladakya’ya doğru inen bir hat boyunca askeri operasyonlarıyla yer almalıdır. Bu aynı zamanda insani bir görevdir. Atatürk döneminde Antakya’ya talip olduğumuz gibi, bugün de Ladakya’ya talip olmamız gerekmektedir.
Diğer taraftan, SDG-HTŞ anlaşmasına baktığımız zaman, “Orduya katılma” kavramı sanıldığı gibi orduyu terhis ederek yeni bir ordu oluşturulması değildir. Dev bir ordunun küçük bir orduya katılması dünya tarihinde gerçekleşmemiştir, mümkün değildir. Mümkün olan, ABD’nin modern silahlarla donattığı ve yıllardır eğittiği hazır SDG ordusuna HTŞ’nin monte edilmesidir. İsrail ise Golan tepelerinden yukarı doğru süzülerek Fırat’ın iç bölgesine doğru uzanan bir stratejisi söz konusudur. Bu boyutuyla baktığımız zaman, Türkiye’nin SMO’nun dağıtılmasını ya da Türk Ordusu’nun Afrin ve civarından çekilmesini kabul etmesi büyük saflık olacaktır. Trump’ın “Suriye’yi Türkiye yönetiyor” tezi aslında Türkiye’nin kan dökerek elde ettiği kazanımları yok etmektedir. Milyonlarca dolar harcayarak yaptığı okullar ve şehir altyapıları, Colani-Kobani anlaşmasıyla çöpe atılmak istenmektedir.
Düşmek istediğim bir başka not ise şöyledir: Birinci Açılım Süreci’nde Öcalan PKK Türkiye’den çekilsin emrini verdiği zaman, bu emri doğru okumak Türkiye’den çekilin Suriye’ye girin demektir. Bugünkü “PKK kendini feshetsin” tezi de aslında PKK’nın Kandil ve Kuzey Irak’tan Suriye’ye geçmesi emridir. Suriye’de merkezleşme stratejisi aslında Öcalan’ın Şam’daki kaçak günlerinden beri planladığı bir olgudur. Günümüzde artık bütün Suriye’ye egemen olma noktasına gelinmiştir. Türkiye, Suriye’de elinde tuttuğu bölgeleri güneye doğru genişleterek bu süreci durdurabilir.
İslam ümmeti kavramı altında, Musul/Kerkük/Şam emirliği olan Selçuklu devletinin bir devamı olan Atabeyler (Zengiler), Musul/Hama/Humus Türkmenleridir. Ancak zamanla, İslam Cihadı kavramı altında Türklüğünü kaybederek Araplaşmışlardır. Daha sonra Memlukler bölgeye egemen olmuş ve Kıpçak kökenli Bayırbucak Türkmenleri buraya yerleşmişlerdir. Osmanlı’ya tepki olarak Araplaşan bu Türkmenler de Türklüğünü unutmuştur. Türkmenlerin oluşturduğu SMO da benzer şekilde Türklüğünü unutup Araplaşma çizgisine girmiştir. Türk Ordusu’nun bölgeye girmesi, bölgedeki kalan Türkmenlerin de Araplaşmasını engelleyecektir.