Önceki gün (13 Nisan) Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın twitter hesabından yaptığı açıklamalar, az sözle çok şey anlatan cinstendi.
“Ukrayna krizi derinleşerek devam ediyor,” tespitinde bulunan Kalın, daha bu ilk cümlesinde aslında Rusya ve Ukrayna arasındaki görüşmelerde oynamaya çalıştıkları “kolaylaştırıcı” rolün pek de öyle kolay ve hızlı bir çözüm sağlamayacağının farkında olduklarının altını çizmiş oluyordu.
“Karşılıklı hatalar” yapıldığını ve bunun da “orta-uzun vadede büyük stratejik kayıplara ve insani dramlara neden olacak” sonuçlara gebe olduğunu belirten Kalın; üzerinde dikkatle durmamız gereken iki önemli cümle kurmuştu:
“Yeni bir soğuk savaş dönemine girdik. Bu savaşın etkileri on yıllar sürecek.”
Gerçekte dünyanın yeni bir Soğuk Savaş devrine adım attığı ve bundan da öyle kolay kolay çıkılamayacağı, dünya üzerinde politika alanında kafa yoran, fikir üreten herkesin az çok üzerinde anlaştığı çıkarımlar. Fakat bunların Türkiye’yi yöneten AKP iktidarının en önemli isimlerinden biri ve aynı zamanda Erdoğan’ın da sözcüsü olan İbrahim Kalın tarafından yarı resmî bir şekilde deklare edilmesi yeni ve önemli.
Ukrayna’ya saldırının başındaki “Tarihsel Rus anavatanını yeniden kurma” tezinden, Lavrov’un ifadesiyle “asıl hedefin ABD hegemonyasını yıkmak” olduğu noktasına gerileyen Rus tarafı, şu anda hiç beklemediği bir direnişle ve kendisi açısından ciddi bir askerî hezimetle karşılaşmış olsa da bu işin peşini pek de kolay bırakmayacağını gösteren adımları atmaktan da çekinmiyor.
Rus saldırganlığı karşısında geleneksel tarafsızlar İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma yönüne girmesi, Rusya’nın Finlandiya sınırına yığınak yapmasına neden olurken, diğer taraftan da Buça’daki katliam ve tecavüzlerin ortalığa rezilce saçılması, Batı’dan Rusya’ya karşı “savaş suçu”nun da ötesine geçen “soykırım” ithamlarının yükselmesine neden oldu.
Yani dünyada siyasî ve askerî durum her an “sıcak” hem de belki de “nükleer sıcaklıklara” dönüşebilecek ve uzun süreli olacağı belli bir Soğuk Savaş’ın çoktan başladığını gösteriyor. Bizim ise Türkiye’den sormamız gereken önemi bir soru AKP’nin böyle bir dönemin geldiğini Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından ne kadar önce tespit ettiği ve tedbirlerini ona göre aldığı.
Çok uzun süredir kavgalı olduğu İsrail’den BAE’ye, Mısır’dan Suudilere, hatta Ermenistan’a varana kadar herkesle barışmak için takvimini savaştan çok daha önce hazırladığı belli olan AKP, öyle ya da böyle dünya çapında süreçten en çok kazanan taraf olarak tanımlanabilir.
Anlaşılan o ki İbrahim Kalın’ın da belirttiği gibi kendisini bu “on yıllar” sürebilecek uluslararası duruma hazırlayan AKP, elde ettiği “Batı’nın beğenmediği ama yine de kollamak zorunda olduğu mahallenin kabadayı çocuğu” rolüne çok iyi bir planla girmiş. O kadar ki Rusya’ya karşı yaptırımlara Türkiye’nin neden katılmadığı yolundaki eleştirilere bile ABD Dışişleri en tepeden “Türkiye çok önemli bir rolü zaten oynuyor,” ifadeleriyle savunmaya geçiyor.
Şimdi tabloyu bir de içerideki ahval açısından değerlendirelim:
Batı, ABD ve AB; AKP’yi dışarıdaki konularda yani kendilerini en çok ilgilendiren alanlarda bile bu kadar savunuyorsa, ülke içinde onun ne yaptığını, nasıl yönettiğini umursaması asla beklenmemelidir. AKP, Batı açısından bu on yıllarca sürebilecek Soğuk Savaş döneminde ihtiyaç duyulan bir iktidar olduğu sürece hem iktidarda kalması Batı tarafından desteklenecektir hem de bu desteğe dayanarak isterse otoriter, isterse faşist ya da totaliter bir rejimi keyfine göre yürütecektir.
İbrahim Kalın’ın açıklamaları asıl bu açıdan bakıldığında önem kazanıyor.
Yani Kalın; “Yeni bir dünya kurulur, AKP de orada yerini alır,” diyor mealen ve özet olarak. Ve şu koşullarda bu, hiç de ihtimal harici değil.
Peki, bu yaptığın on yıllar sürebilecek Soğuk Savaş konseptli, Batı destekli otoriter AKP rejimi hesabında içerideki güçleri yani muhalefeti neden hiç hesaba katmadın diye sorarsanız, yanıtı muhalefetimize dönüp şöyle bir baktığınız anda zaten kendiniz bulacaksınız demekle yetinirim…