Deniz Zeyrek, bugün Sözcü’deki köşesinde İbrahim Kalın’ın 14 Mart’ta ABD’de gerçekleştirdiği temaslara değinmiş.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Başdanışmanı ünvanı ve Büyükelçi sıfatı ile Washington’a giden İbrahim Kalın, burada Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ve Dışişleri Müsteşarı Victoria Nuland ile bir araya gelmişti.
Deniz Zeyrek, Tayyip Erdoğan’ın ABD’nin Ankara Büyükelçisi Jeff Flake’e olan tepkisini İbrahim Kalın’ın bu ABD ziyareti ile bağlantılandırmış.
Kalın’ın ABD ziyaretinden 15 gün sonra, 29 Mart’ta Jeff Flake, Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmişti.
Tayyip Erdoğan ise “Amerika’ya bu seçimlerde bir ders vermemiz lazım. Joe Biden oradan konuşuyor, Biden’ın buradaki büyükelçisi ne yapıyor? Gidiyor Bay Kemal’i ziyaret ediyor. Ayıptır, biraz kafanı çalıştır. Sen büyükelçisin. Senin buradaki muhatabın Cumhurbaşkanıdır” sözleriyle seçim kampanyasına anti-Amerikancı pudra şekeri döküyordu.
Ama aynı Erdoğan, “hangi yüzle randevu isteyeceksin” diye azarlayıp trollerine muhalefetin arkasındaki isim olarak yuhalattığı Jeff Flake’yi, geçen hafta partisinin Büyükelçiler için düzenlediği iftar yemeğine davet etmeden de duramadı. Flake’nin tavrı, bu davete icabet etmemek oldu.
Gazeteci Zeyrek, haklı olarak Erdoğan’ın Amerikancı geçmişine değiniyor. 1996’da ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile İBB Başkanı sıfatıyla yaptığı görüşmeyi hatırlatıyor. Deniz Zeyrek, pek bir insaflı davranmış.
Erdoğan’ın Pınarhisar’daki mahpusluk görünümlü yağlı ballı tatil öncesinde, Pınarhisar’da ve sonrasında çok sayıda ABD’li ile karanlık görüşmesini, hiçbir sıfatı yokken ABD Başkanı Bush tarafından kabulünü ve Amerikancı siciline dair daha birçok hadiseyi hatırlatmak elbette mümkün. Irak’ı kan gölüne çeviren ABD askerlerinin sağ salim evlerine dönmesi için ettiği duaları şu mübarek Ramazan ayında idrak etmek de buna dâhil.
Dolayısıyla Deniz Zeyrek, aldığı kulislerin de etkisiyle klasik bir sonuca varıyor: İbrahim Kalın’ın 14 Mart’taki Sullivan-Nuland görüşmeleri, bir bakıma Cüneyt Zapsu’nun yıllar önceki Washington temasları ile aynı mahiyette. Tek fark, Zapsu’nun “bu adamı kubura süpürmeyin, kullanın” telkini o dönem karşılık bulurken Kalın’ın benzer minvaldeki arayışı sonuçsuz kalmış.
İşte burada temkinli olmalıyız. Acaba tablo bu kadar basit mi?
Jeff Flake – Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesi, aslında rutin bir görüşme. Sadece Ana muhalefet partisi değil ve sadece ABD de değil. Farklı ülke diplomatları, farklı partileri ziyaret eder, nezaket dâhilinde gözlemini yapar. Ve gözlem fırsatı karşılıklıdır. Aynı fırsat, partiler için ge geçerlidir.
Kalın’ın olumsuz geçen ABD temasları sonrası Flake – Kılıçdaroğlu görüşmesi Deniz Zeyrek’in vurguladığı üzere kıskançlığa sebep olmuştur. Buna kuşku yok. Sonuçta ABD ile görüşmek, ABD’liler ile kadraja girmek ve ABD’nin muhatabı kabul edilmek, Erdoğan gibi iktidar basamaklarına ABD’lilerin gözetiminde çıkmış bir aktör için kıskançlıkla muhafaza edilmesi gereken birer “kazanım”.
İktidarı böylesine yıpranmış, düşme korkusu bu derece baskın haldeyken bunları bir başkasında, hele “Bay Kemal”de görmek, Erdoğan’da annesinin kucağında bir başka çocuğu gören 3 yaşındaki çocuğun travmasını yaratmış olmalı.
Fakat göz ardı edilen şu ki, Erdoğan’ın anti-Amerikancılığı, son dönemin bir modası değil Amerikancılığı ile at başı giden bir tutum. Erdoğan, asgari standartlarda bile demokratik siyasetin artık çok dışında, diktatörler liginin doğal bir üyesi. Yani toksik bir figür.
En son Suudi Arabistan, yeni denklemde seçimini yaparak gerici diktatörlükler cephesinde yol almaya başladı bile. Çünkü dünya, eskisi gibi güçlü bir Amerikan desteğini arkasında hissedenlerin bir yandan da Rusya, İran ve Çin ile istediği gibi iş çevireceği konjonktürü çoktan geride bıraktı.
Belki hepten Batı değil ama en azından Amerika, beslediği kargalardan birinin daha gözünü oymasını istemiyor.
Yıllar önceki 1 Mart tezkeresi “başarısızlığı”na rağmen Zapsu’nun yaptığı telkinin altı boş değildi. Ama eli boş döndüğü söylenen İbrahim Kalın’ın belli ki giderken de eli boştu.