Tarihteki kritik dönüm noktalarına yüzeysel bir bakış yaptığımızda sebepler yönüyle hemen hepsinin içinde bulundukları dönemde aslında yeterince iyi anlaşılamayan ve doğal olarak sonuçları öngörülemeyen olaylar dizgesi olduğu söylenebilir. Görünürde olasılık dışıymış gibi duran ancak gerçekleştikten sonra etkileri çok büyük olan ve literatüre de Siyah Kuğu olarak geçen bu tür vakalar, daha ileri dönemlerde yapılan detaylı analizlerde daha iyi anlaşılabiliyor ve bir neden-sonuç ilişkisi kurulabiliyor.¹
Nedensellik üzerinde özellikle durmak gerekir. Çünkü büyük değişimlere yol açacak olan bu olaylar dizgesinin en başında ilgili dönemin koşulları her ne ise o koşullar değişmediği sürece aynı tekrarla yine aynı sonuçlar elde edilecektir. Yani “Olmasaydı sonuçları ne olurdu?” gibi bir soru genellikle havada kalır. Sürecin en başından bir müdahale olması gerekirdi ki, o zaman da beklenen tarihi kırılma gerçekleşmemiş olacak ve gazetecilik jargonuyla yine tarih adına ifade edecek olursak; “Haber değeri taşımayan bir konu” ve hatta belki de majör etkisi bile olmayan bir konu haline bürünecekti ve böylece dikkatlerden de uzak olacaktı. Ama hayatın akışı öyle değil. Tarihten ders alınmadığı için, hatalı bir döngüye giriliyor ve zaman geçtikte bunu terse çevirmek daha da imkansız hale geliyor. Daha büyük baskının daha büyük tepki doğurduğu bu döngü o koşulların gereği olarak zorunludur ancak sonsuz değildir. George Orwell’in bir eserinde ifade edildiği biçimiyle “Tarih yenilene vah yazık! der. Ama ne değiştirebilir ne de yardım eder.”²
Tarihin akışına yön veren büyük olaylar ortak yönleri ile ele alınmalıdır. İhtilaller ve bunların öncülü sayılan isyanlar, dediğimiz gibi birçok durumda değişim yönünde güçlü sinyaller vermediği için “Aniden kararan gökyüzünden düşen yıldırım ve ardından gelen sağanağa” benzetilebilir.
Pek tabii bunu bir anda ortaya çıkıp sönümlenmeyen tekil bir hadise olarak değil, etkileri evrensel boyutta olan hadiseler kümesi olarak görmekte yarar var.
…
Burada belki de bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılması bakımından Fransız İhtilali’ni ilk olarak düşünmek gerekiyor. Kral XVI. Louis’in 14 Temmuz 1789 tarihli av günlüğünü açıp baktığımızda o günün oldukça sıradan bir gün olduğunu ve her şeyin gayet yolunda olduğunu düşünebiliriz. Sadece Fransa’yı değil tüm dünyayı etkileyecek olaylar zincirinin arifesinde gökyüzünde bir kara bulut görünmüyor.
Ancak, İngiltere ile yapılan savaş ve bununla bağlantılı olarak Amerikan kolonilerine verilen mali destek yüzünden ekonomi bozulmuş ve Fransa’da toplum gitgide fakirleşmiştir. Ayrıca henüz daha 1789’a gelinmeden başlayan bir aydınlanma dönemi ve devrimin fikirsel çekirdeğini oluşturan büyük düşünürlerin toplumun özellikle belli kesimlerine etkisi de söz konusudur. Bu düşünürlerin ortak noktası düzene yerel değil evrensel bir itiraz getirebilmeleridir. Dış ilişkiler ise İngiltere hariç hemen hemen dönemin bütün ülkeleriyle normal seyirde, dolayısıyla konjonktürel avantaj mevcut rejimden yana. Fakat savaş faktörü gerçekten bazı şeyleri hızlandırabiliyor ve o ana kadar yaşanmamış bir durum ortaya çıkarabiliyor. Birçok kaynakta sürecin Napolyon’un duruma tam hakimiyet sağladığı 1799’a kadar devam ettiği kabul edilir fakat daha geniş okumalarda taşların yerine oturması yüzyıla yakın bir süre almıştır.
İhtilali takip eden yıllarda bu devrimin kendilerine de yayılmasından korkan diğer ülkelerin (akrabalık vesilesiyle en başta Avusturya’nın) Fransa’ya savaş açtıklarını görüyoruz.
Bir başka bugünümüzü etkileyen kırılma noktası da Rusya’daki Bolşevik İhtilali. 1917 yılının başında, çoğu kimse bilhassa da kırsaldakiler büyük bir değişimin yaklaştığını düşünmüyordu. Ortalama bir Rus köylüsü zaten bir olumsuzluk varsa bile bu “Çar hazretlerinin yüzü suyu hürmetine Tanrı’nın yardımıyla çözülür” gibi bir inanç taşıyordu.
Dıştaki durum ve güç dengeleri de rejimin lehineydi zira halihazırda Birinci Dünya Savaşı’nda olan Rus İmparatorluğu’nun İngiltere ve Fransa gibi güçlü müttefikleri vardı. Oysa yukarıdakilerin aksine tabloya sonradan bakıldığında tarihsel şartların bir ayaklanma ve ihtilal için müsait olduğu anlaşılıyor. Daha en başında Rusya’daki 1905 Devrimi, Lenin’in ifadesiyle aslında bir önemli başlangıçtır. Öte yandan savaşın da ağır etkisiyle halk ciddi bir yoklukla boğuşmak zorunda kalmış ve ayaklanmalar silahla bastırılma yoluna gidilmişti. Aynı yılın önce Mart’ındaki ihtilal, ardından da Bolşeviklerin hükümeti devraldığı Ekim Devrimi ile beraber ülkenin kaderi tamamen değişti. Yalnızca Rusya’yı değil bugünümüzü bile etkileyen Bolşevik İhtilali sonrasındaki tamamlama sürecinin ise Sovyetler Birliği’nin kurulduğu 1922’ye kadar sürdüğünü söyleyebiliriz. Yine Fransız İhtilali’ne benzer gelişmeler burada da yaşanmıştır. İngiltere’nin desteğindeki Beyaz Ordu, ihtilali boğmak için Kızıl Ordu’ya karşı yıllarca savaştı.
…
Hem Fransa hem de Rusya’daki ihtilalde herhangi bir dış devletin desteğinden söz edilemez. Devletler üstü sayılabilecek bir sermaye ise henüz güçlü değildir, ayrıca o yöndeki iddialar spekülatif olmakla beraber mantık çerçevesinde izah edilemez. O halde bunların her ikisinin de tamamen doğal tarihi süreçler olduğu söylemek çok daha doğru olacaktır. En başta engel teşkil eden bazı dış dengeler ve aslında siyasî konjonktürdür. Ancak her zaman dış dengeler statükonun devamını garanti etmez. Siyah Kuğu vakasında olduğu gibi yeni sistem dengeleri de yeniden oluşturur yani oraya bir ayar çeker. Artık burada bir yol ayrımı olmuş ve tarihin akışı radikal bir biçimde değişmiştir.
Tabii bu ihtilaller sürecinin akabinde onu tehdit olarak gören diğer oluşumlar ve eski statüko sahipleri de ister istemez buna mukavemette bulunacak ve karşı devrimi örgütlemeye çalışacaklardır. Çünkü her zaman eski düzen bir anda yok olmaz, yer altına iner. Bu çok açık ve anlaşılır bir olgudur.
Dipnotlar:
1) Finans profesörü Nassim Nicholas Taleb’in Siyah Kuğu metaforu ekonomi dışındaki alanlarda yaygın şekilde 2007’den beri kullanılıyor.
2) Yazarın oldukça popüler olan 1984 ve Hayvan Çiftliği romanları kadar okunmayı hak eden “Aslan ve Unicorn” adlı çalışmasında Orwell, birçok tespit ve önerilerle birlikte İngiliz hükümetinin yakın savaş tehdidine rağmen Nazi Almanyası ile sürdürdüğü ilişkileri kritik ediyor.