14 Mayıs seçimlerine 3 gün kaldı. Bu seçim AKP’den kurtulma seçimi. Ve Türkiye’yi Atamızın tabiriyle “kahredici bir isdibdat”tan kurtarma seçimi. “Gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet” içindeki 20 yıllık bir diktatörlükten kurtarma seçimi.
Her oyunun bir kuralı vardır. Her yarışın da. Örneğin hiçbir futbol takımına, sen zaten şampiyon olamayacaksın, bu maça çıkma, en üst sıradaki iki takımdan birini destekle denmez. Çünkü üçüncülük de önemlidir.
Boks maçında ise ringde iki dövüşçü vardır. Tek kazanan, tek kaybeden!
Şu anda ringde bir Türk milleti var, bir de “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına” almakla övünenler. Ringe Kılıçdaroğlu’ndan başka dövüşçü çıkamıyor. Son üç günde bunun tersini iddia eden, halka yalan söylemiş olur.
Parlamenter demokrasilerde ve parlamento seçimlerinde böyle değildir. Barajın altında kalsa bile bir partiye seçimden çekil diyemezsin. Onun ideolojisi vardır. Oyu oranında gücü de önemlidir. Zaten amacımız da Türkiye’yi tekrar demokrasiye taşımak. Böylelikle hiçbir “tek adam” gidip ülkeyi satmaya ve bölmeye kalkamaz. Meclis zaten buna izin vermez.
Başkanlık seçimlerinde de birden fazla aday olabilir ancak fiilen iki adaylı seçime dönüşür çoğu zaman bu seçimler. Özellikle ikinci tur bunun içindir zaten.
Türkiye’de ise parlamenter demokrasiyi AKP yıktı. Cumhuriyet’i ve demokrasiyi kurtarmaya çalışıyoruz. “Son seçim, kader seçimi” adını biz koymadık, seçmen koydu.
Parlamento yarışı halen devam ediyor. Burayı insanlar çok önemsemiyor ama AKP yıkılırsa aslında parlamento çok daha önemli olacak. Doğal olarak halk da iktidar da, başkanlık seçimine odaklandı. Çünkü bahsedilen “kader” burada belli olacak. Ve daha ikinci tura kalmadan buradaki yarış iki adaylı bir yarışa döndü.
Kimsenin gerçekleri inkâr etme hakkı ve lüksü yok. Seçim Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasındadır. Kılıçdaroğlu’nu pek çok açıdan eleştirebilirsiniz ama bu gerçeğe uygun bir sorumlulukta davranıyor. Hem İnce’ye hem Oğan’a her seferinde çağrı yapıyor. Sayın İnce, sayın Oğan! Artık bu çağrı yokmuş gibi davranamazsınız.
Tayyip Erdoğan kazanırsa, saray diktası Türkiye’yi bir uçuruma sürükleyecek ve 100. yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenler kazanacak.
Tayyip Erdoğan kaybederse, yani Kemal Kılıçdaroğlu kazanırsa, AKP diktası yıkılacak. Türkiye Saray’dan değil Çankaya’dan ve TBMM’den yönetilecek. Hepsinden önemlisi Anayasa ve yasalarla yönetilecek. Keyfi yönetimden Cumhuriyet’e ve parlamenter demokrasiye geçilecek.
Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ın seçimlere 3 gün kala vatanseverlik görevi ile karşı karşı olduğu açıktır. İki kişilik yarışa dönüşen başkanlık yarışında, AKP’ye karşı olan seçenek lehine adaylıktan çekilmeliler.
Daha doğrusu AKP diktasına hayır demeliler! Saray idaresine hayır demeliler. “Gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet” içindeki 20 yıllık zulüm düzenine hayır demeliler.
Seçenek ya AKP ve yıkım, ya vatan ve hürriyet seçeneği… Vatan demeliler. Hürriyet demeliler…
20 yıllık bir karanlık diktanın ülkeye verdiği ve vereceği zararın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilerideki varsayımsal hatalarından hafif olduğunu iddia eden kesinlikle ya akıl yoksunu ya da siyasi oportünisttir.
Hiçbir ithamda bulunmayacağım. Hiçbir komplo teorisini öne sürmeyeceğim. Kendilerinin bağımsız ideolojik ve siyasi çizgileri, kendi örgütlenmeleri ve siyasi hedefleri olduğunu varsayıyorum. Bu varsayımdan yola çıkarak, ikisini de adaylıktan çekilmeye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na açık desteklerini ilan etmeye çağırıyorum.
Bu kendilerinin Türk halkı ve Türk tarihi nezdinde bölen değil, birleştiren olarak anılmalarını sağlayacaktır. Hatta Kılıçdaroğlu seçimi kazandığında, en az onun kadar çok kazanan, hatta fedakâr kahramanlar olarak anılan isimler olabilirsiniz. Demek ki sizden siyasi taviz değil, tam tersine siyasi bir çıkış bekliyor bu halk. AKP sonrası Türkiye’de en büyük oyun kurucular siz olabilirsiniz. Bugün eleştirilerinizi çok daha sert ve etkili bir şekilde o zaman dile getirebilirsiniz.
Gelin hep beraber, vatan satıcısı, gerici, bölücü, hırsız AKP diktasını yıkalım. Sonra Kılıçdaroğlu’nun tarafsız Cumhurbaşkanı olarak yöneteceği geçiş sürecinde, düşünceleri, eleştirileri ve önerileri en çok dikkate alınan isimler siz olun. Asıl o zaman Cumhuriyetçi veya milliyetçi veya Türkçü veya ulusalcı veya kendinizi ne şekilde tanımlıyorsanız, ideolojiniz en güçlü bir şekilde Türkiye’de ağırlığını ortaya koyabilir.
Sivas Kongresi’ne katılmayanın, Sivas’ta sözü olmaz. Mandacıya da karşı çıkamaz, İstiklâl’i de savunamaz, Mustafa Kemal’in de yanında olamaz. Önce Sivas’a gelin. Sonra da mücadelenizi verin.
Elazığ’da, Ali Galip ve Binbaşı Noel ile olmadığınızı varsayıyoruz. Zaten bu yüzden bu çağrıyı yapıyoruz. Yoksa yapmazdık bile. Ama Sivas’a gelmeyenin, Ali Galiplerle birlikte olmadığını nereden bilecek bu halk. Bu ihaneti, ihanet değilse bile gafleti Türk insanı unutmaz. Kimseye de Atatürkçüyüz, Türkçüyüz diyemezsiniz sonra.
Gelin bu siyasi hamleyi yapın. Türk halkı da sizi lider olarak bellesin, piyon olarak değil.
Eğer bu kararı veremezseniz ve Tayyip kazanırsa, vebali sizin de boynunuzda olur. Kılıçdaroğlu kendi hatalarının hesabını verir. Sizin vereceğiniz hesap da daha küçük olmaz! Çok büyük olur. Tayyip’in yardakçısı ilan edilirsiniz. Algılar olguların önüne geçer bazen. Ve algının kendisi olgulaşır. Halkın hükmü çok serttir. Unutmayın.
Atatürk’ün çağrısı asıl şimdi beyinlerimizde yankılanmalı:
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır!”
Atatürk’ün bu çağrısını “her önüne gelen buraya gelsin, herkes birleşsin” anlamında kullanmadı. “Teferruat” denen kişisel sakıncalar, kaygılar ve kazanımlardır. Kişiselliği bırakmak vatan için fedailiğin en büyük şartıdır.
Sayın İnce ve Sayın Oğan! Fedakârlıkta bulunma zamanı. Söz konusu olan vatandır. AKP vatan satıcısıdır. Geri kalan her şey, 14 Mayıs için teferruattır.
Gelin vatan kurtarıcısı olarak ansın bu halk sizi. Başka türlü değil.