Dünya siyasetinin ana gündem maddesini, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş talepleri, Türkiye’nin tavrı ve Rusya’nın ne tepki vereceği üzerine başlayan tartışmalar oluşturuyor.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin üzerinden üç aydan fazla zaman geçti. Rusya, Ukrayna karşısında hiçbir hedefini tutturamadığı gibi hem savaş alanında hem de ekonomik ve siyasal anlamda büyük kayıplar verdi. O kayıpların en büyüğü ise Rusya’nın genişlemesine engel olmak için savaştığını söylediği NATO’nun genişlemesine sebep olması. İsveç ve Finlandiya’nın NATO daimi temsilcileri büyükelçiler Axel Wernhoff ve Klaus Korhonen, ülkelerinin üyelik başvurularını ittifakın Brüksel’deki merkezinde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e iletti.
NATO ve ABD, elbette ki başvuruları memnuniyetle karşıladı. Ancak Türkiye ve Rusya gibi bu üyelik başvurularından memnun olmayan ülkeler de var. Rusya’nın memnuniyetsizliği anlaşılabilmekte iken, Türkiye’nin tabiri caizse “yeni bir at pazarlığı” için bu başvuruları kullanması bizi pek şaşırtmasa da özellikle Fin Cumhurbaşkanını oldukça şaşırttı.
Türkiye’nin gerekçesi, Erdoğan tarafından bu iki ülkenin, özellikle de İsveç’in, PKK’ya verdiği destek olarak açıklandı. Ancak Erdoğan’ın gerekçesinin samimiyetten uzak olduğunu en iyi biz Türkler biliriz.
Türkiye’nin NATO müttefiklerinden biri olan Norveç’in başkenti Oslo’da PKK’yla masaya oturan AKP değil miydi?
Oslo’nun devamı olarak Dolmabahçe’de, bugün terörist dedikleriyle sözde barış görüşmeleri yapan AKP değil miydi?
Habur’da PKK’lıların elini kolunu sallaya sallaya girmesini sağlayan AKP değil miydi?
Bebek katili Apo’nun mektubunu meydanlarda okutan, kardeşi Osman Öcalan’ı devlet televizyonuna çıkartan, Apo’nun seçim mesajlarını yayınlayanlar AKP değil miydi?
AKP, aynen Fethullahçılarla olduğu gibi PKK’yla geçmişte yaptığı işbirliği ile ilgili de bir milat belirlemiş ve ondan öncesini yok saymış olabilir ancak bizler hiçbir şeyi unutmadık, üstüne sünger çekmedik. Türk milleti günü geldiğinde AKP’den tüm bunların hesabını soracaktır.
***
İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvuruları ile ilgili Türkiye’de tartışılan ikinci mesele ise özellikle bizdeki yeminli Rusçuların Rusya’nın yanında almış olduğu tavırdır. Ukrayna işgali başladığından beri kayıtsız şartsız Rusya’nın yanında olan kesimler, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurusunun ardından yine Rusya ağzıyla bu iki ülkeyi tehdit eder bir tavır takındılar.
İsveç ve Finlandiya kendi güvenliklerini tehlikeye atmışlarmış, Ukrayna’dan sonra bu iki ülke de ABD-NATO’nun piyonu olmuşlarmış, bu ve benzeri son iki-üç aydır pek de yabancısı olmadığımız Rus ağzıyla İsveç ve Finlandiya’ya saldırıyorlar. Neymiş, Finlandiya bağımsızlığını Sovyetlere borçluymuş, borcunu böyle mi ödüyormuş? Ukrayna da bağımsızlığını Sovyetlere borçluydu, Putin ne dedi? Lenin ve arkadaşlarının tarihsel olarak Rus topraklarını ayırdığını söyledi. Ukrayna işgalinin arka planındaki düşünce de buydu; ayrılan Rus topraklarını birleştirmek.
Peki, İsveç ve Finlandiya NATO’ya başvurmakta haksız mı?
Ya da şöyle soralım: İsveç ve Finlandiya’nın NATO’nun kanatları altına girmesinde Rusya’nın hiç mi suçu yok?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline kadar, uzunca bir süredir esamisi okunmayan NATO’nun, birdenbire yeniden “kurtarıcı” rolüne bürünmesinde, Rusya’nın ve “strateji dehası” Putin’in saldırgan tavrının hiç mi payı yok?
Evet, NATO emperyalist hegemonyanın savaş aygıtıdır.
Evet, NATO’nun tarihi emperyalizmin çıkarları doğrultusunda pek çok kanlı olayla, darbelerle vs doludur.
Bu ve bunun gibi daha birçok nedenden dolayı NATO’ya karşıyız. Ancak ABD emperyalizminin, NATO’nun alternatifi başka bir emperyalist olan Rusya değil. Hele hele Putin gibi bir diktatör hiç değil.
Kim ne derse desin, bugün Macron’un deyimiyle “beyin ölümü” gerçekleşen NATO yeniden tehdit altındaki ülkeler için bir kurtarıcı haline geldiyse, bunda en büyük pay NATO’ya hayat öpücüğü veren, İsveç ve Finlandiya gibi tarafsızlıklarıyla ünlü iki devleti NATO’nun kucağına iten Putin ve Rusya’dır.
NATO ve ABD elbette ki Rusya’nın saldırgan politikaları sonucu kendilerini tehdit altında gören ülkelere kucağını açacaktı. Ve yine elbette ki, ABD de NATO da bu durumu kendileri için fırsata çevireceklerdi ve çeviriyorlar da. Ancak onlara bu fırsatı veren, bugüne kadar tarafsızlıklarını korumuş İsveç ve Finlandiya değil, Rusya’nın yayılmacı tavrıdır.
Kimse İsveçlilerin ve Finlandiyalıların bir sabah uyanıp aniden “NATO’ya girelim” dediğini sanmıyor değil mi?