İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılma noktasına gelmesi Rusya açısından tam bir diplomatik ve stratejik yıkım oldu. Ukrayna’nın NATO’ya girme ihtimalini bahane ederek bu ülkeyi işgal etmek için saldıran Rusya, anlaşılan pek de ummadığı biçimde o çok şikâyetçi olduğu NATO’nun kendi sınırlarına gelmesi durumunu hem nitelik, hem de nicelik olarak kendi elleriyle desteklemiş oldu.
Şimdi, yılların tarafsız İskandinav ülkeleri, sağa sola saldırıp nükleer savaşa varan tehditler savuran Rus yayılmacılığı karşısında kendilerini NATO’nun kollarına atıyor. Bizim sol, halen Finlandiya’nın 1917 Ekim Devrimi sayesinde bağımsızlığa kavuştuğunu hatırlatarak, bir nevi Finlandiya’yı nankörlükle suçlasa da Finlandiyalılar daha çok 1940’ta ülkelerini yeniden yutmaya kalkan Rusya’yla (SSCB) yaptıkları savaşı hatırlıyorlar. Çok uzun zamandır savaşmamış İsveç ise yine Rusya eliyle neredeyse Demirbaş Şarl (XII. Charles) ruhuna dönmek üzere…
Bunlar, her şeyi düşünen, hesaplayan, yanılmaz istihbaratçı ve strateji şampiyonu Çar Putin’in başarı hanesine (!) altın harflerle yazılacak kadar önemli gelişmeler. Yüzyıllardır sıcak denizlere çıkmanın, kışın donmayan bir liman bulmanın peşindeki Rus jeostratejisi, şimdi Putin sayesinde St. Petersburg’dan Baltık Denizi’nin soğuk sularına bile çıkamayacak bir sıkışmaya mahkûm olabilir. Elinde doğunun en uzak noktalarındaki Rus Pasifik limanları, Montrö ile hapsolduğu Karadeniz ve buzları kırabilirse ve tam karşısındaki Finlandiya’yı geçebilirse hareket edebileceği Arhangelsk kalıyor.
Bunlara karşılık, Güney Osetya’yı Gürcistan’dan bir referandumla hukuken de koparıp Rusya’ya ilhak etmek ise hiç de gerçekten etkili bir karşılık değil…
Tüm bunlar olurken İsveç, Finlandiya ve NATO da pek beklemedikleri bir engelle karşılaştı. Birkaç gündür Türkiye gündemini işgal eden, Türkiye’nin bu iki ülkenin NATO’ya katılımını veto etme ihtimali aslında dünyanın da gündemi.
Erdoğan’ın ve AKP’nin bu katılıma karşı çıkarken ortaya attıkları temel argüman, İsveç ve Finlandiya’nın PKK’ya destek olması. Evet, bu iki ülkenin, özellikle de İsveç’in 1980’lerden beri PKK’yla ilişkilerinin olduğu tabii ki bir sır değil. Ve Türkiye’nin bunun üzerinden bir tepki geliştirmesi de normal. Fakat konu bu kadar basit de değil…
Birincisi; Türkiye’nin NATO’ya PKK ile ilişkisi olduğu için girmesine karşı çıktığı İsveç ve Finlandiya kadar hâlihazırda NATO üyesi bulunan birçok ülkenin de (ABD de dâhil ve ön sıralarda olmak üzere) Türkiye’nin NATO müttefikliğine rağmen PKK’yla çeşitli alanlarda ve düzeylerde ilişkileri var. Elbette bu ilişiler “PKK” adı altında yürütülmüyor. Mesela Suriye’de bu hukukî durumu aşmak isteyen ABD’nin PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun silahlı kanadı YPG’ye Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) bu nedenle kurdurduğu da biliniyor.
Hatta bu, kendilerinin inkâr ettikleri bir durum da değil. AKP’nin İsveç-Finlandiya hamlesindeki ilk sıkıntı burada. Ama PKK ile ilişki kuran devletler sadece söz konusu İskandinav ülkeleri ve ABD ile bazı NATO ülkeleri de değil. PKK’yla ilişkilerini on yıllardır, hem de PKK’yı asla terörist ilan etmeden sürdüren ülke ise konunun diğer cephedeki muhatabı olan Rusya’nın ta kendisi.
Rusya, PKK ile o kadar ilişkili ki Moskova’da PKK’nın bir ofisinin bulunması, PYD ofisinin bir “büyükelçilik” işleviyle çalışacağının duyurulması Rusya açısından çok normal. PKK’nın kuruluşundaki ve örgütlenmesindeki SSCB-KGB dönemlerine kadar uzanan müdahale ve yönlendirmeleri, ASALA-PKK ittifakındaki Rus rolünü zaten bir başka yazıda konu etmiştim. Ama o kadar geçmişe uzanmaya gerek yok derseniz sadece 25 Kasım 2021’e yani Ukrayna saldırısından hemen önceye kadar gidip o gün Moskova’da Rus Dışişleri Bakanı Lavrov tarafından resmî ve üst düzey bir kabulle karşılanan ve ağırlanan YPG heyeti ve heyetin başkanı İlham Ahmed’le Lavrov’un samimiyetine bakmak yeterli olur.
İlham Ahmed, AKP’ye yakın basının da daha önceden verdiği bilgilere göre 20 yıl Kandil’de kalıp Cemil Bayık’ın en yakınlarından biri olmuş tecrübeli bir terörist. Yani kendisiyle resmî muhatap olarak karşılaşan Lavrov’la gerçekten de eşdeğer ve eş düzeyde olabilecek birisi.
Rusya’nın, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG’ye karşı gerçekleştirdiği operasyonlarda Suriye hava sahasını Türk savaş uçaklarına kapatma hamlelerini, orada Rus komutanların yine YPG elebaşlarıyla el ele görüşmelerini de tabii ki unutmamak gerek. Orada şehit olan Türk askerlerini de…
Türkiye’nin İsveç-Finlandiya politikasındaki ikinci ve çok büyük çelişki işte burada: Rusya’nın PKK ile ilişkisinde. Yani, “İskandinavların PKK ile ilişkisi var ama Rusya’nın yok mu” diye sorulduğunda AKP dış politikasının verecek bir cevabı bulunmuyor.
Bu politikanın, İsveç ve Finlandiya ile ABD başta olmak üzere NATO ülkelerinden bazı tavizler almak için devreye sokulduğu üzerine epey yazılıp çizildi. Gerçekten de F-35 projesinden çıkartılmış ve F-16 alabileceğimize sevinecek bir durumdayız. Burada bu politikanın hiç değilse taktik kazanımları olabilirdi.
Fakat diğer taraftan, AKP dış politikasının, burada verdiği tepkinin onda birini bile Rusya’ya vermiyor oluşu kimsenin dikkatinden kaçmaz. AKP’nin, Rusya’nın PKK-PYD-YPG ile yakın ve resmî ilişkilerini görmezden gelişi, halen ikinci parti S-400 alımının gündeme getiriliyor olması gibi veriler NATO ve İsveç-Finlandiya hattına veto kartını (göstermelik ya da gerçek bir şekilde) açabilirken Rusya karşısında elinin çok zayıf olduğunu gösteriyor.
Acaba, önce “hayır İsveç ve Finlandiya’ya NATO kapısını kapatmadık,” diyen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Dış Politika Danışmanı İbrahim Kalın’ın, Erdoğan’ın “Türkiye’ye gelip kendilerini yormasınlar, kusura bakmasınlar,” açıklamasının sonrasında, “diplomatik hassas dengeyi korumalıyız,” derken kastettiği şey; veto konusundaki ısrarlarının ardında gerçekte bir Rus baskı ve müdahalesi olduğu mu?
2016’da ABD başkanlık seçimlerine müdahale etmiş bir Rusya’nın, şimdi kendisini bu kadar yakından ilgilendiren bir kararda AKP’ye müdahale etmiyor oluşu aslında garip olur. Birçok alanda (askerî, stratejik, ekonomik) başarısız olsa da Rusya, entrika sahasında yetenekli bir emperyalist…
Günün sonunda, İsveç’i, Finlandiya’yı ve tabii NATO’yu da zayıf anında ve kritik noktada yakalamış olarak takdir edilen AKP’nin, gerçekte Rusya tarafından yakalanmış ve hareketsiz bırakılmış olduğu gerçeğiyle yüz yüze kalabiliriz.
Ve son noktada tüm dünya, özellikle de NATO üyeleri Türkiye’ye kolaylıkla sorar:
“İsveç ve Finlandiya’nın PKK’yla ilişkisi var, peki Rusya’nın yok mu?”