Dün yazdığım yazıda, Erdoğan’ın Meral Akşener’e yönelik tehdidini “sokağa yansıması olabilecek bir çağrı” olarak değerlendirmiştim. (https://www.turksolu.com.tr/kadin-dusmani-ittifak-kuran-tayyip-erdogandan-meral-aksenere-tehdit/)
Üzerinden 24 saat geçmeden, İyi Parti İstanbul İl Başkanlığı’na yönelik silahlı saldırı gerçekleşti.
Kamuoyunun dikkatinden kaçsa da geçtiğimiz haftalarda CHP Trabzon İl Başkanlığına yönelik de silahlı saldırıda bulunulmuş ve failler ortaya çıkarılmamıştı.
İki saldırı da politiktir ve doğrudan muhalefeti hedef almaktadır. Saldırıların yaklaşan seçimlerden önce gerçekleşmiş olması bir tesadüf değildir ve amaç muhalefete gözdağı vermektir.
Kimsenin doğrudan hedef alınmaması ve yaralananın olmaması saldırıların anlamını ortadan kaldırmıyor. Bu iki saldırı daha büyük saldırıların habercisi niteliğindedir ve iktidarın kaybetme olasılığı arttıkça şiddet düzeyinin artabileceğinin göstergesidir.
Dünyanın hiçbir yerinde muhalefete yönelik suikast girişimleri, iktidardan bağımsız gerçekleşmez.
İktidarın saldırganla irtibatlı olup olmaması da önemli değildir; tetikçiyle doğrudan bir irtibatın olmaması iktidarın “masum” olduğu anlamına gelmez.
Bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi iktidara ortak olan partilerin kullandığı şiddet dili ve toplumu “kaybedersek kaos olur” diyerek paniğe sevk etmeleri serseri kitleleri harekete geçirebilir.
Belli ki Erdoğan’ın Akşener’i “beni kendinle uğraştırma” diyerek tehdit etmesi birilerini cesaretlendirmiş, bu kişiler “kaos oluşmasına engel olmak” adına kendilerini görevlendirmiştir.
Kamuoyunun olayı önemsemesi ve üzerine düşmesi daha büyük saldırıların yaşanmaması adına bir zorunluluktur.
Faillerin yakalanmasına yönelik baskı yapmak, saldırının sebebini “alacak verecek davası” gibi gösterilerek örtbas edilmesinin de önüne geçecektir.
İktidarın propaganda aygıtı faillerin aslında muhalif olduğunu söyleyerek, saldırının muhalefet tarafından tezgahlanmış bir “kurgu” olduğunu bile söyleyebilir.
Gereken tepki gösterilmezse, “yarınlara” kalan şey, siyasi terör eylemlerinin yaygın biçimde kullanılması ve siyasi mücadelenin devre dışı bırakılması olur.
Bu ülkede “Türkiye’nin bekası için” ana muhalefet partisi genel başkanını linç etmeye çalışan yığınlar var.
Sokak röportajlarında muhalif liderleri açık bir dille “kafalarını keseriz” diyerek tehdit edecek kadar gözü dönmüş insanlar var.
İktidarı kaybetme korkusu, sadece Sarayı değil seçmenini de radikalleştiriyor.
Sokağa yansıması olabilecek şiddet dilinin deşifre edilmesi, saldırganların nasıl himaye edildiğini göstermek açısından çok önemli. Muhalefeti koruyabilecek tek şey bu ilişkiyi açıkça dile getirmek.