İzmir Marşı AKP’nin ülkeyi alamadığının göstergesi
Erciyes Üniversitesi’nde düzenlenen öğrenci şenliğinde on binlerce öğrencinin İzmir Marşı’nı haykırmasıyla ortaya çıkan muazzam görüntü, 20 yıllık AKP iktidarının Türkiye’yi ele geçiremediğini, Siyasal İslamcılığın elindeki her türlü imkâna rağmen ülkeyi teslim alamadığını, gençliğin tüm baskılara rağmen AK genç olmayı reddettiğini tüm çarpıcılığıyla ispatlıyor.
Kısacık bir video, iktidarın kullandığı bütün propaganda aygıtlarını yerle bir ediyor; yaratılmak istenen “Başkomutan Recep Tayyip Erdoğan” algısının ne kadar boş ve temelsiz olduğunu gösteriyor. İzmir Marşı’nı söyleyen kişinin Başkomutanı bellidir ve değişmez. İzmir Marşı’nı söylemek sadece Atatürk sevgisini ve “eski güzel günlere dönüş özlemini” ifade etmiyor. İzmir Marşı’nın haykırılması bazılarının söylediği gibi bir nostalji göstergesi değil; bunun ötesinde “bugüne” ilişkin bir politik duruşu da gösteriyor.
Osmanlı’da kahvehaneler yasaklanıyordu, bugün konserler
Bu tarz videoları sadece muhalif kesim izlemiyor. İktidar ve destekçileri de bu tarz görüntüleri dikkatle takip ediyor. Son dönemde artan şenlik ve konser yasaklamaları boşuna değil. Sultan IV. Murat’ın, dönemin iç ayaklanmalarının sebebi olarak gördüğü kahvehaneleri yasaklaması gibi AKP iktidarı ve bürokratik uzantıları kendilerini sıkıntıya sokabilecek herhangi bir toplantıyı riskli buluyor. Kendileri açısından haksız da sayılmazlar. Erciyes Üniversitesi’nde yapılan konser, çekilen video ve oluşan etki düşünüldüğünde bu görüntülerin artması AKP iktidarının artık sona yaklaştığını ve İzmir Marşı’yla gideceklerini de gösteriyor.
Erdoğan’ın açıkladığı anket sonuçları hükümsüz
İktidar kalemlerinin bu görüntüleri izleyip ardından da derin bir sessizliğe gömülmesinin ardında geleceğe ilişkin bu siyasi endişeler var. Bununla birlikte gençlik içinde ortaya çıkan bu muhalif tavrı örtbas etmek için, “AKP’nin gençler arasında çok güçlü olduğuna dair” sahte anket sonuçları yayınlanıyor. AKP Genel Başkanı da bu anket sonuçlarını ekranlardan açıklayıp gençlerin AKP’ye yöneldiğine inanmamızı istiyor.
İktidar bloğu açısından mesele tam da bu: Güçlü görünme çabası! Ancak bir konserden çekilen anlık bir video, yaratılmak istenen bu sahte algıların üzerinden silindir gibi geçiyor. Erdoğan’ın açıkladığı anket sonuçları hükümsüz kalıyor ve toplumun her kesiminden daha fazla sayıda insan AKP’nin kaybedeceğini görüyor.
Benzer bir durum sokak röportajlarında da ortaya çıkıyor. Türkiye’nin neredeyse her yerinde yapılan sokak röportajları toplumun çok fazla ilgisini çekiyor. Bu ilginin temelinde toplumun aslında daha çok maruz kaldığı ana akım medya gruplarının Türkiye gerçeğini gizlemeleri yatıyor. Gençlerin mevcut düzeni kabul etmeyen; isyan eden ve polemiğe girdiğinde gösterdiği gözü pek tavır, muhalif kesimler için “umut verici” bir unsurken, iktidar için de korkutucu bir olaya dönüşüyor. Yine bir dönem sokak röportajı yapan fenomenlere ev hapsi cezasının verilmesi ve yasaklanmaları da bir tesadüf değil.
AKP “dindar ve kindar gençlik” yaratamadı
Burada “gençlik” özelinde daha farklı bir durumla karşılaşıyoruz. İktidar bunu “dindar ve kindar nesil yetiştirmek” olarak formüle edip eğitimde büyük bir dönüşüme gitmişti. Geldiğimiz noktada Türkiye’deki liselerin neredeyse yarısı iktidarın ideolojik dayanağı olarak gördüğü İmam Hatip Lisesi haline getirilmiş durumda. Buradaki temel amaç Cumhuriyet’in laik sosyolojisini tamamen değiştirecek farklı bir taban yaratmak ve bunun üzerinden Siyasal İslamı kurumsal hale getirmekti. AKP de kendi okullarında “10 yılda 15 milyon genç yaratarak” karşıdevrimini bir gelenek haline getirmeye çalıştı.
Ancak sonuçları itibarıyla baktığımızda bu projenin başarısız olduğunu bizzat AKP’liler itiraf ediyor. İmam Hatip Liselerinde okuyan gençlerin dindar olmadığı, buralara gitmek zorunda kalan laik öğrencilerin buradaki eğitimi laikleştirdiğine dair iktidar medyasında yazılar yer alıyor. İmam Hatip Liseleri’nde İslamiyet’ten uzak deist gençlerin yetiştiğine dair araştırma sonuçları yayınlanıyor.
AKP’nin kast sistemi öfke yaratıyor
Gençlik üzerindeki AKP “alerjisinin” iki temel sebebi var. AKP doğası gereği bir kabile düzeni yaratmak istediği için kast sistemi üzerinden örgütleniyor. Merkezinde en imtiyazlıların olduğu, halkalar halinde yayılan geniş bir ayrıcalıklılar sınıfı ortaya çıkmış durumda. Gençlik, çarşaf çarşaf yayınlanan TÜGVA listelerini ve bu listelerden nemalanan imtiyazlıları tüm çarpıcılığıyla görüyor. Bu işleyiş son derece sıradan bir hale gelmiş durumda ve böyle bir düzenin sadece AKP’li olana yaşam hakkı tanıdığı ortada.
Yine gençlik içinde yaygınlaşan “yurtdışına gitme” fikrinin bu kadar yaygınlaşması da AKP’nin parti devlet anlayışının aleni hale gelmesinin bir sonucu. TÜGVA listelerine duyulan öfke, bu tarz haberlerin kolaylıkla duyulması toplumun genç katmanlarında doğal bir tepkiye sebep oluyor.
AKP’nin “beceriksizliği” değil Cumhuriyet’in zaferi!
Diğer sebep olan eğitim sistemindeki dönüşüm üzerinden “dindar gençlik” yaratma projesinin çöküşü, AKP’nin “beceriksizliği” değil Cumhuriyet’in zaferi. Bunun çok köklü sosyolojik sebepleri var ve İzmir Marşı’nın kitleselleşmesinin asıl sebebi de Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet rejiminin toplumdaki köklerinin çok güçlü olması.
Bu durum “tepeden inmeci” olarak gösterilmek istenilen Cumhuriyet aydınlanmasının aslında gayet “sivil” ve “halkçı” olduğunun, “halk hareketi” olarak gösterilmek istenilen AKP düzeninin de topluma ne kadar yabancı olduğunun göstergesi.
Erciyes Üniversitesi şenliklerinde İzmir Marşı’nı okuyan gençlerin kim olduğuna baktığımızda bu durumu görebiliyoruz. Bu “genç”, Anadolu’daki “köklü üniversitelerden” birine girebilecek kadar başarılı, sosyal yönü kuvvetli, büyük oranda şehirde yaşayan, dünyayı takip eden ve Türkiye’deki siyasi işleyişi gören bir vatandaş artık.
Bu genç, çok büyük emekler harcayarak ve hak ederek üniversiteyi kazanmış ancak kafasında üniversiteden alacağı diplomanın maddi ve manevi getirisiyle ilgili büyük şüpheler var. Eğitimin sıradanlaştığını, üniversitenin önemsizleştiğini görüyor. İdeallerinin gücüyle hayata tutunurken karşısına çıkan bir TÜGVA listesi ona farklı bir politik sıçrama yaşatıyor.
Sosyal medya ve dış dünyayı görmek de bu noktada artık daha belirleyici bir unsur haline gelmiş durumda. Dünyada neredeyse herkes birbiriyle etkileşim halinde ve bu da beklentilerin “yükselmesine” sebep oluyor.
Sadece ekonomik göstergeler değil söz konusu olan. Gelişmişlik göstergelerinin yükseldiği, eğlence ihtiyacının karşılandığı, güvenlik kaygısı taşınmayan bir ülkede yaşamak istiyor gençler. “Milliyetçilik” anlayışının “kendi varlığını korumakla” sınırlandırılmayacağı; mutlu olunan ve insani ihtiyaçların karşılanacağı bir toplumsal düzene duyulan özlem farklı bir arayışa sebep oluyor.
İzmir Marşı nostalji değil, yeni bir ülke yaratma özlemi
Bu arayışın doğal sonucu ise gençliğin AKP iktidarına tepki duyması ve iktidarın tasfiye ettiği Cumhuriyet rejimine geri dönme isteği oluyor. Ancak bu bir “nostalji” değil, yeni bir düzen yaratma isteğinin ifadesi.
Bazı kesimler İzmir Marşı’yla kendisini gösteren tepkinin “ideolojik bir altyapısının” olmadığını, bunun “içgüdüsel” olduğunu söyleyerek, böylesine bir tepkinin toplumsal düzeni değiştirmek açısından yeterli olmayacağını söylüyor.
Bu “teorik” açılımın altında Atatürkçülüğü küçümsemek ve güçlü bir siyasi akım olarak kabul etmemek yatıyor. Ancak toplumdaki tepkinin doğal ve kendiliğinden olması, köklerinin toplumda güçlü biçimde var olduğunu ve dönemsel olmadığını gösteriyor. Bunu Gezi’de milyonlarca insanın ellerinde Atatürk resimli bayraklarla sokağa inmesine benzetebiliriz.
O gün Gezi’de sokağa çıkmak olarak kendisini gösteren “politik tavır”, bugün İzmir Marşı söylemeye dönüşmüş durumda. Gençlerin bunu “politik bir amaçla” yapmadıklarını söylemeleri iktidar açısından daha da kötü bir durum: Atatürkçülüğün kitleselleştiğini ve gelenekselleştiğini gösteriyor.
İzmir Marşı güçlü bir politik akıma dönüşüyor
Ancak bu “gelenek” burada durmayacak ve bu dönüşüm aynı zamanda Atatürkçülüğün gerçekten ne olduğunun anlaşılacağı güçlü bir siyasi akıma da dönüşecek. Doğal tepkiler ve siyasi bilinç arasında güçlü bir etkileşim var. Buradan çıkacak şey ise Atatürkçülüğün devrimci özünün hatırlanacağı, çağdaş bir milliyetçiliğin vücut bulacağı, laikliğin tartışılmaz bir doğru olarak kabul edileceği güçlü bir siyasi akım olacak.
Marş söylemek sadece bir tepkinin ortaya çıkması değil, yeni bir Türkiye kurmanın azmini ve heyecanını da gösteriyor. Bu haykırış sadece AKP’nin güçlü olduğu Kayseri’den değil, Türkiye’nin her kampüsünden yükseliyor.
Marş söylemek ve marşın heyecanını duymak bir amacın varlığını gösteriyor. Gayeden yoksun bir kitle bezgindir ve marş söyleyecek coşkuyu kendisinde bulamaz. Marş varsa toplumu dönüştürecek güçlü bir düşünce birlikteliği vardır.
Ortak marş söyletebilen tek siyasi akım: Atatürkçülük
Bütün gücü elinde bulunduran 20 senelik bir İslamcı iktidarın geldiği nokta, toplumun “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diyerek birleşmesi. Bu ülkede yüz binlerce insanı tek sloganda ve tek marşta kolaylıkla birleştirecek tek siyasi güç Atatürkçülük ve bu güç tarihsel bir gerçeklikten kaynaklanıyor.
Bu tarihsel gerçeklikte ise muhafazakârlık yok. Otoriter düzene boyun eğmek ve susmuş bir toplumun parçası olmak yok. Toplumun bütün kaynaklarının kabileye peşkeş çekilmesini izlemek ve bundan mutlu olmak da yok. Siyasal İslamcılığın topluma sunduğu projenin aslında ne kadar eşitliksiz ve “tek tip”çi olduğu ortaya çıkmış oldu.
Halkın önünde artık laikliğin güç kazanacağı, devletçiliğin ve halkçılığın toplumsal dengeyi kuracağı, emekten ve yetenekten yana yeni düzen için verilecek bir mücadele var.
İzmir Marşı’nda vurgulanan “düşmanın” bugün farklı tarihsel koşullarda yeniden tespit edilmesi ve bu tespitin kitleleri daha fazla motive etmesi de önemli. Bundan sonrası Marş’ta söylendiği gibi “bozulmuş düşmanların yel gibi kaçacağı” bir toplumsal mücadeleye adım atmak olacak.