Türkiye’de sayıları 5 milyona yaklaşan sığınmacılar farklı tartışmaları gündeme getirdi. Demografik yapıya, sosyal yaşama, ekonomik yaşama göçmenlerin etkisi olduğu su götürmez bir gerçek. Bu tartışmaları 82 kadın örgütü ve yaklaşık 800 imzacı yayınladıkları bir bildiriyle farklı bir noktaya taşıdı.
“Feminist” örgütlerin imzaya açtığı bildiri, kadınların sokakta yaşadığı gerçeklikten kopuk olmakla birlikte, kadın derneklerinin yıllardır sürdürdükleri mücadele ekseniyle de uyuşmuyor. “Kadın dayanışması sınır tanımaz!” sloganıyla kaleme alınan bildiri çelişkilerle dolu.
“Kadın beyanı esastır” ilkesi
Özellikle Afgan ve Pakistanlı sığınmacıların sokaktaki kadınları videoya çekerek, yayınlamaları farklı kesimlerden tepki oluşmasına neden oldu. Bu videolar, yayınlanan bildiride “zamanı ve mekanı teyit edilmemiş, öncesi ve sonrası kopuk” olarak tanımlandı.
Videoları yayınlayan hesaplar genelde Urduca konuşulan, diğer videolarında Pakistanlı olduklarını belirten hesaplar tarafından paylaşıldı. Bu bilgiyi saklayarak, gerçekleri kapatamazsınız. Bu videolarda kadın tacizi vardır. Kadının rızası olmadan, gizlice çekmek taciz değil de nedir?
Görüntüsünün çekildiğini fark eden kadınların gösterdiği tepkiler de sosyal medyaya yansıdı. Feministler bunları da görmezden gelerek, “kadın beyanı esastır” ilkesini çiğniyorlar. Tacizci sığınmacı olunca, bu en temel ilke yok oluyor bir anda. “Taciz edilen kadın ne giyiyordu acaba?” diye sorarak tacizi meşrulaştıran zihniyetle arada bir fark göremiyorum.

“Ataerkil düzeni” anlamaya çalışan kadınlar
Hem bildiride hem feminist isimlerin kendi paylaşımlarında sürekli yansıtılan, sığınmacılarla empati kurma fikri bir diğer çelişki. “Çok yoğun ataerkil baskının olduğu toplumdan gelen göçmenler” gibi garip bir tanım ortaya atılıyor. Erkek egemen dünyadan gelen sığınmacıların, kendi toplumlarının kodlarıyla hareket etmelerini olağan karşılayan bu anlayış, buna karşı çıkanları ırkçılıkla suçluyor.
Irkçılıkla suçlaması, ataerkil düzeni görmezden gelme suçlamasını da beraberinde getiriyor. Sığınmacı tacizini meşrulaştırmak için akıl almaz bir mantık yürütmeyle karşı karşıyayız. Ataerkil düzeni bitirmek için mücadele etmesi gereken feministler, Taliban zihniyeti Türkiye’de de hakim olsun istiyorlar. Belki biraz sert oldu ama “empati” çizgisinin geleceği son nokta budur.
“Irkçılık” suçlaması öyle bir hal aldı ki, kendini güvende hissetmek isteyen kadınlar bile ırkçılıkla suçlanıyor. Feministler, “ırkçısın” yaftasıyla kendilerine meşru bir zemin kazandırmaya çalışıyor.
Kadınları “ırkçı mı olacaksın yoksa sığınmacılarla empati mi kuracaksın” şeklinde iki seçenekle karşı karşıya bırakmak isteyen feministlerin bu tuzağı toplumda kabul bulmuyor. Hem akıl dışı hem çağ dışı bu mantık, feminist tarihin utanç karelerinden bir tanesi olacak.
“Asla yalnız yürümeyeceksin” dedikleri kadınlar kim?
“Asla yalnız yürümeyeceksin” sloganı kadın dayanışmasını anlatan bir slogan. Maalesef ki feminist grupların bakış açısı bu sloganı da kirletti. Tacizcinin etnik kimliğine göre bu slogan yok sayılıyor.
Tacizci sığınmacı olunca yalnız kalacaksın, ses çıkarmayacaksın bu bildiriye göre. Sesini çıkarıp, ne oluyor dediğinde “nefret söylemi”ni beslemiş olursun. Sığınmacılara gösterilen bu müsamaha ilk değil, HDP milletvekilinin taciz olayında da aynı sessizliğe gömülmüştü bu feministler.
Önemli olan yapılan taciz değil, tacizi kimin yaptığı. Tacize toptan karşı çıkmak yerine, tacizcinin etnik kimliğine göre ayırım yapmak esas ırkçılık, esas nefret söylemi. Bunu sosyalist basındaki haberlerde de görüyoruz. Geçen hafta bir Afgan sığınmacı karısını ve iki çocuğunu balkondan atarak öldürdü. BirGün gazetesi ise bu haberin başlığında sadece “bir erkek” öznesini seçerek, Afgan kimliğini saklamayı tercih etti. Bu örnekler o kadar fazla ki, birkaç istisnai olay olarak geçiştirilemez.
Feministlerin Türk kadınının yanında saf tutmak yerine, sığınmacıları savunmaları hümanistlikle falan açıklanamaz. Gayet bilinçli bir tercihle karşı karşıyayız. Bu bildiriyi kaleme alanlar kelimeleri özenle seçmişler. Aslında kadın mücadelesinin bu şekilde büyümeyeceğinin ve Türk kadınlarını buna ikna edemeyeceklerinin farkındalar.
Türkiye’de kadın hareketi oldukça dağınık. Politik bilinç açısından da farklı sesler çıkıyor. Bunun farkına varan bu sözde feminist hareketler ortamı nasıl daha da bulandırabiliriz hesabı yapıyorlar. Kendi politikalarına yarayacak bir çıkışla “nefret söylemi” gibi bir kalıbın arkasına sığınarak bunu yapıyorlar.
Onlar da demografik yapının değiştiğinin farkında, ama istedikleri zaten bu, Türksüz bir Anadolu istiyorlar. Bunun için sosyal yapının geriye gitmesi önemli değil, onlar sığınmacı erkekleri yetiştirip, entegre etmeyi planlıyorlar.
Feministler sokaktan kopuk değiller, yani onlar da sokaktaki sığınmacıları ve onların tavırlarını görüyorlar. Bunlara karşı çıkan kesim “siz de sığınmacıların yoğun yaşadığı yere gidin de görün gerçekleri” diyor. Feministler bir fanus içinde değil. Bu gerçeği bilinçli olarak yok sayıyorlar. Gerçekten bu sığınmacılardan rahatsız değiller ve yaratmaya çalıştıkları düzenin bir rengi olarak görüyorlar. Onlara göre kadın mücadelesi bir çuval, içine istediklerini koyabilirler. Fikirsel ve toplumsal temellerin hiçbir önemi yok. Buna karşı çıkan sesler şimdilik oldukça cılız, ama bu tarz bildirilerle bu cılız seslerin daha da yükseldiğini, kadınların kendine bir rota aradığını görüyoruz.
Taliban zihniyetini Türkiye’ye dayatan feministler
Sığınmacılarla empati kurma anlayışı Türkiye gerçeğinden oldukça uzak bir anlayıştır. Şeriat düzeninin hakim olduğu, kadınların yok sayıldığı yönetimlerden gelen sığınmacılar, Türkiye’de de bu düzeni görmek istiyorlar.
Sokakta kapalı olmayan yani peçe takmayan, burka giymeyen her kadını taciz edilebilir olarak görüyorlar. Tepki gösterilmezse bu tacizlerin kadın videoları çekmekle sınırlı kalmayacağı ortada. Saldırılar ve tecavüzler de artacak. Birkaç olay basına yansıdı. Genç kızların, çocukların kaçırıldığı olaylar Müge Anlı’ya kadar düştü. Kocaeli’nde tecavüze direndiği için öldürülen 17 yaşındaki Ayşegül’ü unutmayalım.
Bu olayların sıradan adli olay haline gelmesini istemiyorsak, sığınmacı tacizlerini görmezden gelmeyelim. Kendi toplumuna ve Cumhuriyet’e düşman olan feministlerle mücadele etmek zorundayız. Sığınmacıların Taliban zihniyetini ülkemize sokmalarına engel olmalıyız. Taliban kadınları şu anda sokağa çıkamıyor. Yanlarında kocaları olsa bile sokaklar ellerinden alındı. Afgan kadınının durumuna düşmemek için sahip olduğumuz kazanımlardan geri adım atmadan bir mücadele sürdürmeliyiz.
Feministler kimlerle aynı çizgide
Pakistanlı sığınmacıların taciz videolarından rahatsız olmayan sadece feministler değil. Pakistan’da yaşayan bir doktorun yaptığı paylaşım, sığınmacıların Türk kadınına bakış açını çok net ortaya çıkarttı. Türk kadınını çıplak gezmekle suçlayan bu zihniyet, bu videolarla Türkiye’nin bu ayıptan kurtulacağını iddia ediyor. Türk kadınına utanmaz diyecek kadar haddinin aşan bu isim tek değil. Bu zihniyetle şekillenmiş sığınmacıları ülkemizde istememek faşistlik oluyor. Feministlerle bu adamı aynı çizgide birleştiren anlayışı yine Türk kadını mahkûm edecektir.
Bu bakış açısı, feministleri SADAT gibi oluşumlarla da yan yana getiriyor. SADAT bağlantılı olduğu iddia edilen Prof. Dr. Nevzat Tarhan da aynı mantıkla yaklaşıyor. O da empati kurmaktan bahsediyor, bunu “bilimsel” terimlerle açıklamaya çalışıyor. Sadece bu isim değil, ülkemizde şeriat özlemi çekenler Türk kadınını kontrol altına almaktan bahsediyor. Buna karşı çıkarsan tacizi, tecavüzü hak edersin diyorlar.
Feminizm adı altında ümmetçilikle aynı çizgiye gelmeyi hiçbir kadın kabul etmemeli. Yaşam tarzına, kıyafete müdahale, feministlerin -haklı olarak- en çok karşı çıktıkları durumdu, ta ki sığınmacılar gündeme gelene kadar. Hem siyasal İslamcıların hem de feministlerin sığınmacı entegrasyonunu savunmaları tesadüf değil. Bunları bir araya getiren bir düşmanlık: Cumhuriyet ve Türk düşmanlığı.
AKP’yi sığınmacılar için AB’den para almakla, bu parayı doğru kullanmamakla suçlamak kolay. Peki bu bildiriye imza atan kadın kuruluşları nerelerden para aldıklarını ve niçin kullandıklarını açıklayacaklar mı?