Kahramanmaraş depremin merkez üssüydü. 8 yıl önce gittiğimde çarşısını çok sevmiştim. Tarihi Çarşı, küçük dükkanlar, Maraş Kalesi sizi ilk karşılayan yerler olurdu. Tarihi Çarşı’nın yıkılmamış olmasına sevindim. Çarşı’da dükkanların açık olması insanların hayata tutunmaya başladığını gösteriyordu.
Burada hasar daha az, toparlanma başlamış diye düşünürken Trabzon Caddesi’nde çöken binalar bu fikrimi değiştirdi. Daha çok işyerlerinin olduğu bu caddede ölümlerin daha az olacağı fikrini beynime yerleştirmeye çalıştım. Neredeyse iki apartmandan biri yıkılmıştı veya ağır hasarlıydı.
Sonra Ebrar Sitesi’ni görmek istedim. Depremin ilk haftası televizyon başında, buradan gelecek haberlere kilitlenmiştim. Büyük bir site olduğu anlaşılıyordu. Enkaza gittiğimizde sadece 3 bloğun ayakta kaldığını gördük. Depreme dayanıklı, alışveriş merkezine yürüme mesafesi reklamlarıyla daire satılan bu binalar çoğu insanın mezarı olmuştu. Çok tartışılan yerlerdeki enkazları daha çabuk kaldırıyorlar.
Ebrar Sitesi’nde ayakta kalan bloğun altındaki çiçekçi, dükkanını boşaltmaya başlamıştı. Fotoğraf çekmek için izin istediğimde, “Bu çiçekleri ölen yakınlarımın mezarına götüreceğim.” dedi.
Yaşlı bir çift enkazda dolaşıyordu. Bir şeyler arıyorlardı. Yanlarına gidip konuştuğumda kızının ailesinin kalmadığını, iki çocuğuyla birlikte öldüğünü öğrendim. İki torunundan belki bir şeyler buluruz diye 1 ay sonra hala enkaz başındaydılar. Deprem anından itibaren her gün buraya gelmişler. Sitenin ortasındaki çocuk parkını gösteriyor bana “Buraya torunlarımı getirirdim, diğer çocuklarla oynarlardı. Şimdi sadece tozlar var buralarda.”
Pazarcık’a doğru yola devam ediyoruz. Sanayi bölgesinin önünden geçerken bir fabrikayı üç tane vinç yıkılmadan tutmaya çalışıyordu. İçindeki makineler uzaklaştırılıyordu. Fabrikaların çoğu yıkılmıştı. MADO fabrikasının önünden geçerken, MADO konteyner kenti tabelasını görünce hemen girdik. MADO’nun sahibi yine yanıltmadı, koyteyner falan yoktu ortada. Herhangi bir çalışma da yoktu, sadece tabela asarak şov yapma peşinde.
Bunu Pazarcık’ta Okçuluk Vakfı çadır kenti tabelasında da yaşadık. Bir ayda sadece 20 kadar çadır kurmuşlar, içine depremzedeleri yerleştirmemişler. Sorsan yaraları sarmaya çalışıyoruz diye açıklama yaparlar.
Pazarcık’ta ilk defa yıkılan bir okul gördüm. Hastane ayakta, ama hastalara bahçedeki çadırlarda bakılıyor.
Öğle vakti yemek kuyrukları başlıyor deprem bölgesinde. Aşevlerinin sayısı her bölgede yeterli. Çok farklı grup aşevi kurmuş. Kahramanmaraş’ta tarikatların aşevi sayısı daha fazlaydı. Kuyruklarda daha çok gönüllüler ve çalışanlar sıra bekliyor. Depremzede olarak gördüklerim daha çok çocuklar. Her bölgede durum aynı, büyükler sıraya geçmeye çekiniyor. Pazarcık’ta yine bir kız çocuğu sırasını bekliyor. Bir elinde yoğurt kabı, diğer elinde bildiğimiz plastik maşrapa. “4 kişilik alabilir miyim?” diyor kibarca. Görevli de maşrapayı görünce şaşırıyor, “bu size yetecek mi?” diye sorunca “ekmek çok koyun” diye cevap veriyor. O an utandığım için fotoğraf çekemedim, kız da alırken çok çekiniyordu.
Ebrar Sitesi’ndeki dede ve eşi sadece küçük bir fotoğraf, bir kıyafet, bir oyuncak bulmak için bir aydır orada bekliyorlar. Bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorum. Antakya’da arabadan ilk indiğimde bir fotoğraf karşıladı beni. Bir büro masasının üzerinde, kavanoza konulmuş nergis çiçeklerinin fotoğrafıydı. Ben de bu fotoğrafı saklayacağım. Orada yaşananları unutmamak, unutturmamak, hesap sormak için…