Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık 2022’de yaptığı ekonomi vizyonu toplantısı, CHP’den çok AKP’nin seçim kampanyasının başlangıcı gibiydi.
Bu cümleyi iki türlü de okuyabilirsiniz.
Birincisi, CHP Genel Başkanı’nın “Atatürk Vizyonu” diye yaptığı sunum adeta 2002 AKP’sinin Türkiye’ye “Ak İhtilal” diye yutturduğu neoliberal sömürü darbesinin bire bir aynısıydı. Toplantıda verilen mesajlar, yapılan iktisadi analizler, önerilen paketler ve hatta ekonominin başına önerilen uluslararası uzmanlar, 2001 AKP’sininkiyle birebir örtüşüyordu. Sanki 20 yıl öncesine ışınlanmıştık. Hatta çokça bahis konusu yapılan Daron Acemoğlu, bizzat konuşmasında tipik bir eski AKP’li gibi, 2002 ile 2006 arasındaki Türkiye’yi övdü. Bu dönem hariç hiçbir dönem Türkiye potansiyeli olan büyüme oranını yakalayamamış. Bir tek bu dönem Türkiye başarılıymış.
İkincisi, CHP Genel Başkanı tıpkı türban çıkışında yaptığı gibi AKP’lilere ve AK-trollere inanılmaz bir orta açtı. Yani sadece eski AKP’nin seçim kampanyası gibi değil, şimdiki AKP’nin de seçim kampanyası gibiydi toplantı. AKP’ye büyük bir koz verildi. Kılıçdaoğlu, Jeremy Rifkin isimli ABD’li ekonomisti CHP’nin başdanışmanı yaptığını açıkladı. Çok garip ve hatta garip ötesi bir açıklamaydı bu. Bu adamın makaleleri var. Kitapları var. Beğenirsen okursun, uygularsın. Ama bakan veya müsteşar değil ki bu. Kemal Derviş bile anlaşılır. O teknokrattı. Bu adam ise akademisyen. Kaldı ki adam Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da değil. Birileri Kılıçdaroğlu’nu kekliyor mu acaba?
Ve elbette yandaşlar bu fırsatı kaçırmadı. Anında propaganda makinesi çalışmaya başladı: “CHP ülkeyi ABD’den getireceği valilere teslim edecek. Ekonomimizi sömürge gibi yönetecekler.”
AKP uzun süredir büyük bir söylem sıkıntısı çekiyordu. Kılıçdaroğlu, türban ve ekonomi açılımıyla siyaseten mezara girmeyi çoktan hak edenlere adeta suni teneffüste bulundu.
2 ay önce Tayyip siyaseti belirleyemeyen hatta demagoji bile yapamayan bir haldeydi. Nihayetinde “ver yetkiyi gör etkiyi” diyerek saray rejimini dayatan ve hatta şiddet dolu yöntemlerle, her kesime bedel ödeterek bugünkü Türkiye tablosunu yaratan oydu.
Hem özgürlükler hem ekonomi alanlarında büyük bir çıkmaz içindeydi AKP. “Özgürlükler partisi” dedikleri AKP, halkın tüm özgürlükleri yok etmişti. AKP karşıtlarının 2002’den beri yaptığı tüm uyarılar doğru çıkmıştı. Bu parti bir diktatörlük partisiydi. Eline güç geçince de muhafazakârından laikine, sağcısından solcusuna tüm kesimleri kahredici bir istibdada mahkûm etmişti.
Tam bu aşamada Kılıçdaroğlu, türban açılımıyla birden bire AKP’ye hiç ummadığı bir yardım eli uzattı. Birincisi hiçbir aklı başında türbanlının hissetmediği bir “AKP sonrası laik tehlike” korkusunu bizzat CHP lideri kurguladı. Sonra da hiç güven vermeyen ve anlamsız bir kanuni çözüm önerdi. Tayyip gökte ararken yerde bulduğu bu gündemin üstüne atladı. Özgürlükler demagojisi faşistlerin ağzındaydı yeniden. Hem de en usta oldukları din ve başörtüsü istismarı alanında açılmıştı cephe.
İktisadi olarak da AKP’nin halka anlatabileceği hiçbir şey yoktu. Türkiye, tarihinin gördüğü en büyük krizi ve yıkımı yaşıyordu. CHP’nin ve muhalefetin yapması gereken tek şey ise basit, ayakları yere basan ama aklı başında bir iktisadi muhalefetti.
Bunun yerinde Kılıçdaroğlu ortalıktan kayboldu. ABD ve İngiltere’de dolandı, dolaştı. Teknoloji turu falan dedi başta. Ve sonra birden bire çıkıverdi ortaya. Kendince uluslararası bir A Takımı oluşturmuş. Liberalizmin en marka isimlerini transfer etmiş. Hatta birini CHP’nin tepesine yerleştirmiş! Fantastik!
Ve şimdi AKP kurmaylarının asla aklına gelmeyecek ikinci bir seçim kampanyası var. 20 yıldır AKP ülkeyi uluslararası finansa ve yandaş sermayeye talan ettirdi. Avrupa’nın ve hatta dünyanın en ucuz emeği haline getirildi Türk insanının emeği. En çok sömürülen halk haline geldi Türk halkı. Ama artık utanmadan AKP kendini bağımsız ekonominin, CHP’yi ise sömürge valilerinin partisi ilan edebilir.
Biz tuzağa düşmeyeceğiz. CHP’nin toplantısındaki isimlerin ekonomik görüşlerini eleştirmeyeceğiz. Belki ileride ele alırız. Ama mesele bu değil. Mesele CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun son iki aydır adeta AKP için çalışması.
Öncelikle bazı karanlık noktaları tespit etmemiz gerekiyor. Kılıçdaroğlu ve CHP son bir yılda hiçbir danışman gazıyla açıklanamayacak kadar hızlı çarklar etti.
2 yıl önce Kılıçdaroğlu önemli bir açılım yaptı. Tekrar devletçiliğin tartışılmasını ve Altı Ok’taki Devletçilik İlkesinin çağdaş bir yorumla yeniden uygulanması gerektiğini savunan bir makale yayınladı. Kılıçdaroğlu Yön Dergisi’ni ve Doğan Avcıoğlu’nu kaynak gösteriyor, gençliğinde kendisini en çok etkileyen kitabın “Türkiye’nin Düzeni” olduğunu söylüyordu.
Ardından Selin Sayek Böke –ki o da ilk başta ultra-liberal bir söylemle girmişti CHP’ye- uzun yıllar sonra ilk kez CHP adına bir kamulaştırma programı açıkladı. Her ne kadar bu daha çok yolsuzluk karşıtı bir söylem gibi algılandıysa da çok ciddi ve halkı harekete geçiren bir slogandı. Kılıçdaroğlu defalarca yineledi bu sloganı: Beşli Çetenin tüm varlıkları kamulaştırılacak.
Kılıçdaroğlu’nun yeni söylemi, uzun yıllar boyu ilk kez Tayyip’in damarına basan bir güçteydi. Nitekim Uluslararası Tahkim tartışmasıyla Tayyip resmen suçüstü yakalandı. Kılıçdaroğlu uluslararası finans merkezlerini uyardı. AKP’nin hırsızlık projeleri için verilen fahiş faizli kredilerin ödenmeyeceğini hem Türkçe hem de İngilizce duyurdu. Tayyip ise öyle büyük bir paniğe kapıldı ki kendi devletinin değil, uluslararası finans çetelerinin avukatı gibi haykırdı: “Nasıl ödemezsin ya Uluslararası Tahkim söke söke alır!”
Kılıçdaroğlu suçüstü yakalamıştı ama üstüne gitmedi. Ancak yine de arada sırada iğnelemeye devam etti. “Londra’daki tefeci çetelere haraç ödeyenler yerli ve milli olamaz” söylemi bir örnekti. Damat Bakanın Türkiye ekonomisini Duyunu Umumiye’den beter bir anlaşmayla McKinsey’e teslim ettiğini ortaya çıkardı. Bu ve buna benzer diğer çıkışlar hep hedefini vuruyordu. Çünkü uluslararası finans çeteleri ile çevrilen dolaplar ve sözde yabancı özde saraycı şirketlerin imtiyazlı kamu ihaleleri hedefe oturtulduğunda, AKP’li oligarkların cebine ateş düşüyordu. Sarayın zayıf karnı gizli hazinesiydi. Merkez Bankası’ndan kaybolan 128 Milyar Dolar meselesi de bu yüzden çok ses getirdi.
Kılıçdaroğlu’nun çok sol veya devletçi bir çıkış yapması da gerekmiyordu. Sosyalist veya liberal bir gündem gerçekten yoktu. Sarayın gizli hazinesine ve yurtdışına kaçırılan fonlara karşı Türkiye Cumhuriyeti hazinesinin savunulması yeterliydi.
Ancak birden bire bu söylem tam zıddına döndü. “Tefeci çetelerin başkenti Londra” gitti yerine teknolojinin ve yenilikçiliğin diyarı olarak Londra ve New York geldi.
Kılıçdaroğlu bir hafta “neoliberalizme savaş” açıyor, öbür hafta “liberal starlar getirdik Türkiye’yi kurtaracağız” diyor. Bu ne perhiz ne lahana turşusu?!
Atatürk vizyonu demeyin bari şu saçmalıklara!
Atatürk vizyonu demeyin bari şu saçmalıklara!
Yine 3 Aralık Toplantısında “Beşli Çete” söyleminin terk edildiğini gördük. “Beşli Çete”nin servetinin ve talan ekonomisinin kamulaştırılmasına ilişkin hiçbir açıklama yoktu.
Babacan ve Davutoğlu’nun bu konuda rahatsızlıklarını belirttiği biliniyordu. Güya AKP tabanı bu söylemden çok ürküyormuş. Bu “kaygı” da giderilmiş oldu. Kim bilir belki de 6’lı Masa’da Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilmesi için bir kulis jestiydi bu da? Nitekim sol basın CHP’nin liberal şovundan sonra dut yemiş bülbüle dönmüşken, Davutoğlu’nun Karar Gazetesi ve Babacan sevinçten dört köşeydi. Eski ve yeni AKP’liler mutlu! Öyle veya böyle “fikirlerinin iktidarda” olacağına –20 yıldır tepeleme dolan çuvallarına dokunulmayacağına- kesin gözüyle bakıyorlar.
En büyük şenlik ise Saray medyasında yaşandı. Artık “Beşli Çete”, “kamulaştıracağız”, “ihaleleri iptal edeceğiz”, “kredileri ödemeyeceğiz” sloganları gitmiş, yerine “2006’ya kadar egonomi çoh iyiydi ama AKP sonra bozdu yeğenim” tekerlemeleri gelmişti. Kaldı ki bu replikler “ekmeğini kovaladığını” iddia eden gizli AKP’li kurnaz dayının değil, koskoca (!) Daron Acemoğlu’nun ağzından, bizzat CHP kürsüsünden yineleniyordu.
3 Aralık toplantısının amacı neydi? Oy kazanmak falan mı?
Mesela benim gözümde Kılıçdaroğlu tamamen ciddiyetsiz bir adam durumuna düştü. Bir ay Yön Dergisine atıf yapan, devletçilikten ahkâm kesen adam, öbür ay Daron Acemoğlu’nu Nobel Adayı olarak gösteriyorsa demek ki ya palavracıdır ya da her iki tarafı da okumamıştır.
Ben bir iktisat okuryazarı olarak yapmıyorum bu yorumu. Halktan biri olarak yapıyorum. Bu adam ne saçmalıyor? Aklıma gelen tek soru bu. Ayşe Teyzelerin, Rıfkı Amcaların da kafasının karıştığına eminim. Benim gözümde şu anda Kılıçdaroğlu ilk CHP Genel Başkanı olduğu günleri hatırlatıyor. Kafası karışıktı ve oy kullanmayı bile becerememişti. Şimdi de benzer bir şekilde yalpalayıp duruyor. Üstüne üstlük bunu da “seçmene güven vermek” adına yaptığını ileri sürüyor.
Bu toplantının amacı oy kazanmak değil, sermayenin ve uluslararası piyasaların güvenini kazanmaktı desek… Yok, o da çok saçma.
20 yıl önce olsa anlarım. Özelleştirme, piyasa reformu, kamu ekonomisinin tasfiyesi. Böyle bir gündem vardı. İyi de zaten AKP bunu vaat etti ve gerçekleştirdi de. Güney Amerika, Doğu Avrupa ve Rusya’da olanın aynısı oldu. Öyle liberal ekonomiye dayanan çağdaş bir demokrasi falan kurulmadı. Özelleştirme adı altında tüm kamu zenginliklerine çöken bir oligarşi, rezil bir diktatörlük kurdu. Tıpkı Rusya gibi.
Uluslararası sermayenin bile artık ne Türkiye’de ne dünyada “özelleştirme” diye bir gündemi kalmadı. Peki ama, Acemoğlu ve Kılıçdaroğlu ne öneriyor? 20 yılda özelleştirilenleri (yani Tayyipleştirilenleri) bir kez daha devletleştirip, yeniden özelleştirmeyi mi?! “Biz bu liberalizm işini 20 yıl yanlış yaptık. Başa dönelim, bir 20 yıl da Tayyipsiz deneyelim” mi diyeceksiniz?
Deli misiniz siz? Kafasızlığın ve mantıksızlığın açıklaması ne liberalizm ne de sosyalizm olabilir!
Bu yüzden bu toplantının amacının liberalizmi veya neoliberalizmi tekrar Türkiye’ye dayatmak olduğuna da katılmıyorum. Neyi liberalize edeceksiniz ki? Ne emek piyasası kalmış, ne tarım ne kamu ekonomisi! Tam bir sömürge gibiyiz. Başımızda da bir adet kırbaçlı kâhya.
Bence ya birileri Kılıçdaroğlu’nu fena halde kafalıyor ya da CHP Genel Merkezi’nde gerçekten bir ekip toplanmış, seçimi nasıl AKP’ye veririz diye kafa kafaya vermiş, gündemin içine ettikçe ediyorlar!
Hep birlikte göreceğiz.