Serbestiyet’te Oral Çalışlar’ın Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP Genel Merkez binasında yaptığı kısa bir söyleşi yayınlandı. Kendisi bizleri şaşırtmamaya devam ediyor. Biz de tarihe not düşmeye devam ediyoruz.
Kılıçdaroğlu iki büyük yumurta bırakmış. Bir tanesi, özeleştiriye dair. Çalışlar, “Kamuoyu önünde bir özeleştiri yapsanız daha iyi olmaz mıydı?” diye soruyor.
Kılıçdaroğlu, insafsızlık, vurdumduymazlık ve vicdansızlık konusunda tarihin büyük zorbalarıyla yarıştığını kanıtlarcasına şöyle cevap vermiş:
“Seçimden birkaç gün sonra kamuoyu önüne ekibimle birlikte çıkıp hesap vermeyi, bir özeleştiri yapmayı gerçekleştirebilirdik. Aslında parti kademelerinde bunu yaptık. Ama açıktan herkesi bilgilendirici bir değerlendirme yapmamış olmamız bir eksiklik.”
Ağzını açanı görevden alıp ibret-i âlem olsun diye Tanju Özcan’ın kellesini aldıktan sonra parti kademelerinde yapılanın ne olduğu tartışılır. Özeleştiri olmadığı kesin.
Kamuoyuna gelince…
Geçen haftalar ve aylar, gemili kaptanlı absürt göndermelerle geçiştirildi. İstifa çağrıları hainlikle bir tutuldu.
Kılıçdaroğlu, özeleştiri vermekten o kadar uzak ki, hızını alamayarak Tayyip Erdoğan’a taş çıkarttı. Zerre utanmaksızın “Ben gidersem kaos çıkar” dedi!
Açıktan herkesi bilgilendirici bir değerlendirme yapmamış olmak eksiklikmiş… Tenezzül etmedim desene sen şuna!
Gelelim, fasulyenin faydalarına:
“Kararsız muhafazakârlar, ‘Ulusalcılar iktidara gelirse yeniden eski günlere dönebiliriz korkusu’ ile oylarını dönüp tekrar Erdoğan’a verdiler.”
Bir siyasi parti lideri nasıl konuşmaz sorusunun belki tek cevabı işte bu tek cümle olsa gerek!
Öncelikle tecahül-i ârif eyleyelim. Kılıçdaroğlu’nu biraz saf kabul edip yorumlayalım.
Be adam! Muhafazakâr kitlenin kaygılarıyla yanıp tutuşuyorsan, git muhafazakâr bir partide siyaset yap! CHP’de ne işin var? Adam yemiyor içmiyor kararsız muhafazakârlar adına siyaset yapıyor.
Birileri herhalde endişelenecek. Sosyalist parti vardır, liberalleri endişelendirir. Muhafazakâr parti, sendikaları endişelendirir. Milliyetçi parti, kozmopolitleri, milliyetsizleri, etnikçileri endişelendirsin. Yeşil parti çıksın, fosil yakıt sektörünü endişelendirsin…
Yıllardır bu teraneyle CHP’nin içi boşaltıldı. Kılıçdaroğlu, CHP’yi ulusalcı da yapmadı, liberal de yapmadı, sağ da yapmadı, sol da…
İçinde Dersimcilik fırtınası kopuyor ama ona da cesareti yok!
Sonuçta hiç kimse endişe etmesin diye CHP’yi hiçbir şey partisi yaptı!
Hiçbir şey partisine niye herkes koşsun? Adı üstünde: parti!
Ama 13 yılın sonunda halen senden endişe ediliyorsa sen başka bir dümen çevirmişsin demektir!
Üstelik şunu da sormak gerekiyor. Tayyip Erdoğan ulusalcı mı oldu da muhafazakârlarla birlikte ulusalcılardan da oy alıyor? Onların endişeleri yok mu?
O halde artık isterseniz Kılıçdaroğlu’nun hiç de saf olmadığı gerçeğinden hareket edelim.
AKP’yi Moğol istilacılar gibi Türkiye’ye yerleştiren, arkasına aldığı güçlü anti-ulusalcı rüzgârdı. 2010’lara kadar devam eden bu rüzgâr karşısında CHP, iktidar olanağı bulamıyordu.
Tesadüfe (!) bakınız ki Kılıçdaroğlu ve ekibi, tam da ulusalcı akım yükselirken CHP’yi ulusalcı rotadan ayırmaya başladı. Ve yine ne tesadüftür ki (!) istilacı kuvvet, tam bu sıralar ulusalcı siyaseti bir enstrüman olarak kullanmaya, değişen Türkiye’ye göre konum almaya başladı.
Türkiye’de kimsenin adını koymaya cesaret edemediği kilit parti –HDP ezberinin aksine– ulusalcı partidir! Ulusalcılardan oy alamayan iktidar olamaz. AKP’yi de MHP’yi de ayakta tutan, İyi Parti’yi var eden, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi’ni yükselten yine ulusalcı tabandır.
Kılıçdaroğlu zaten ağzından kaçırmış:
“‘Parti sağa kayıyor’ haksız değerlendirmeleri yapıldı. Bazı ulusalcı seçmenler bu propagandanın da etkisiyle aşırı milliyetçi seçenekleri tercih etti.”
Kılıçdaroğlu’nun 13 yıldır milim şaşmayan ince stratejisi tam da burada ortaya çıkıyor. Tayyip Erdoğan’ı iktidarda tutuyor ve bu amaçla CHP’yi zombileştiriyor.
Oral Çalışlar’a ulusalcılığı kötülerken içine düştüğü durum ise, merdi-i kıptînin durumu. Şecaatini (kahramanlık) arz edeyim derken sirkatini (hırsızlığını) ele vermiş.