İstanbul Valiliği’nin geçtiğimiz günlerde yayınladığı genelgesinde, “İlgili makamlarda yapılan şikayetlerde ilimiz sınırları içerisinde güvenlik ve asayiş bakımından kamu düzenini bozan ve halkın huzurunu kaçıran olaylara karışan şahısların ekseriyetle alkollü oldukları umuma açık park, plaj, sahil, vb. alanlarda alkol alan şahısların rahatsızlık vererek halkımızda korku ve panik yaşanmasına sebep oldukları tespit edilmiştir.” denilerek, sürecin “amirler ve yerel yönetimlerce titizlikle takip edilmesi ve uygulamada herhangi bir aksaklığa meydan verilmemesi” tebliğ edildi.
Genelgenin ortaya çıkması ve kamuoyunda tepki çekmesi üzerine “ortada yeni bir genelgenin olmadığı, mevcut genelgelerin hatırlatıldığını” açıklaması yapıldı.
İstanbul Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Emin Gökçegözoğlu gazetecilerin sorusu üzerine, “içki yasağı için kanunun gerekli olduğunu, genelgede bir yasaklamanın söz konusu olmadığını, kendi halinde içkisini içen vatandaşa herhangi bir yaptırım uygulanmadığını, parka gidip iki bira içen vatandaşla ilgili bir mesele olmadığını, cezai yaptırımların sadece ‘çevreye rahatsızlık verenler’ için uygulanacağını” açıkladı.
“Çevreye rahatsızlık verenler” için ekstra bir genelge yayınlanması gerçekten de ilginç…
Yayınlanan genelgede kullanılan “ekseriyetle” kelimesi, iktidarın alkolü “suçun temel kaynağı” olarak gördüğünü gösteriyor.
“Halkı rahatsız edenlerin yüzde kaçının alkollü olduğuna dair” yapılan bir araştırma mı var?
Ancak sadece gazete haberleri üzerinden bir değerlendirme yapılacak olursa, “ekseriyetle” tarikat yurtlarında taciz olaylarının yaşandığını ve bu yüzden buraların kapatılması gerektiğini söylemek de mümkün.
Diğer taraftan Valiliğin “gerekçesi” muhalif kesimleri rahatsız etse de “haklılık payı” içeriyor.
İçkinin bu kadar pahalandığı bir ülkede alkol tüketen vatandaşın “mekanlara” değil, kamuya açık yerlere yönelmesi son derece doğal.
Ve elbette kimse evinin önündeki parkta içki içilmesini istemez. Çünkü en azından bazı kullanıcılar açısından “içmek” yüksek sesli müzikle desteklenecek bir aktivitedir ki, böylesi bir durumun herkesi rahatsız edeceği bir gerçek.
Ancak nasıl ki trafik kazaları oluyor diyerek araç kullanmaktan vazgeçilmiyorsa, bu tür olaylar üzerinden alkol tüketimine yönelik bir yaptırım uygulamaya çalışmanın amacı farklı.
Uygulama AKP bürokrasisinden geliyorsa muhalefetin “alarm kanalları” daha fazla açılıyor; bunu haklı kılacak birçok örnek yaşandı.
Cüneyt Özdemir gibi genelge savunucuları “yurtdışındaki uygulamaları” örnek göstererek olayı meşrulaştırmaya ve farklı bir zemine çekmeye çalışıyor.
Şeriat gündeminin olmadığı ve siyasal İslam’la henüz tanışmamış ülkeleri böylesi durumlar için emsal göstermek en hafifiyle ahmakça bir tutum.
“Kimsenin hayatına karışmayacağız.” diyerek iktidara gelen ancak toplumsal yaşamı her geçen gün daha fazla gericileştiren; üstelik kendisini “gerçekten de kimseye karışmadığına” inandırmış bir iktidarın muhalefeti endişelendirmesinden daha doğal bir durum olamaz.
Siyasal İslamcılar içkiyi açıkça yasaklamayacak kadar uyanık! Ancak 22 yıldır her geçen gün içki sosyal hayatın dışına doğru itiliyor. Sosyal medya paylaşımlarında mezelerle dolu masalarda tek bir içki kadehi bırakılmaması bile bu “mahalle baskısının” artık her yerde olduğunu gösteriyor.
Muhalif belediyelere ait işletmelerin bile içki satışını “korkulacak bir şey” olarak görmesi dönüşümün bir göstergesi.
Bazı şeyler yasaklanmadan da pekala yasak olabilir…
Atılan adımların “haklı gerekçelerinin” olması bile genel durumu görmemize engel olamaz.