CHP’nin seçim stratejisi muhalefete kaybettirdi
Seçim sonrası durumu net olarak tespit etmek gerekiyor!
“Erdoğan kazanamadı” ya da “Muhalefet oylarını arttırdı” tarzından argümanlar üretmenin tek bir amacı olabilir: Seçim stratejisine yön veren ve Kılıçdaroğlu’nu aday göstererek seçimin kaybedilmesine sebep olan CHP kodamanlarıyla bunların yönlendirdiği CHP medyasının “beka”sına hizmet etmek.
Sizler bu satırları okurken, gece uyuyamazken ve ülkenin geleceğine endişeyle bakarken, “muhalif elitler” ve “ekran yüzleri”, kendilerini tatlı bir huzurla yeni döneme hazırlıyorlar.
Sonuç olarak muhalefet açısından doğru aday ile kazanılabilecek bir seçim kaybedilmiş, “eski AKP’li” gibi görünen ama AKP’yle ilk fırsatta uzlaşmaya hazır onlarca isim Meclis’e taşınmış, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizinin yaşandığı bir fırsat döneminde iktidar altın tepside Erdoğan’a sunulmuştur.
Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme yolculuğu” adı altında başlattığı adaylığı büyük bir hüsranla sona ermiş, muhalif kitleler adaylık sürecinde “atlatılmış” ve toplumsal muhalefetin iradesi CHP içinde etkin olan dar bir grup tarafından yok sayılmıştır.
Kılıçdaroğlu kazanacak aday değil, yanlış adaydı
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı henüz açıklanmadan 6 Şubat’ta Türk Solu’nda “Kılıçdaroğlu’nun adaylığına neden karşıyım?” başlığıyla bir yazı yazmış ve gerekçelerimi sıralamıştım.
Bu yazının amacı “haklı çıktım” demek değil, göz göre göre muhalefeti yenilgiye sürükleyen bir “şebeke”yi deşifre etmek ve bu şebekenin siyasi zihniyetiyle hesaplaşmak.
Sonuçta hayat devam ediyor ve bizler mücadele etmekten vazgeçecek değiliz. Ancak önümüzdeki engelin sadece iktidarın baskıcı rejiminin olmadığını; ana muhalefetin merkezine kurulan ve her seçimde kaybetse bile kazançlı çıkan bir ekibin de toplumsal muhalefetin karşısında olduğunu görmek gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nun akıl hocalarını deşifre etmek önümüzdeki temel görev olmalı. Bu “kanaat önderleri” ne önerdilerse yapıldı. Seçim stratejisi olarak önümüze ne koydularsa hepsi yanlış çıktı. Sonuç? Muhalefet kaybetti ama bu “akıl hocaları” şimdiden yeni dönem için mevzi almış durumdalar.
Kılıçdaroğlu’nu mutfağa kim soktu?
Kılıçdaroğlu’nun aday olmaya karar verdiği tarih ilk “mutfak videosu”nun yayınlandığı Nisan 2021’e rastlıyor. Hemen ardından başlatılan bir “helalleşme” kampanyası Kılıçdaroğlu’nun adaylığının somut adımıydı.
Kılıçdaroğlu’nun kulağına böylesi bir sloganın kim tarafından üfürüldüğünü henüz bilmiyoruz. Ama “görünmeyen bir elin” erken seçim tartışmalarının gündeme geldiği bir dönemde ön plana çıkabilecek farklı isimlerin önünü almak ve Kılıçdaroğlu’nu adaylığa hazırlamak istediği ortaya çıkmış oldu.
“Helalleşme” edebiyatı, Kılıçdaroğlu’nun “akıl hocaları” açısından mükemmel bir çıkış noktası oluşturuyordu. Böylece dar Kemalist çizgiyi temsil ettiği söylenen CHP, kendi sınırlarının dışına çıkarak, toplumun diğer kesimleriyle kucaklaşacaktı.
Bunun için ulusalcı söylemlerden vazgeçilmeli, Türkiye’nin laiklik sorunu görmezden gelinmeli ve elbette “Kürt siyasi hareketi”ne de yakın durulmalıydı.
CHP politbürosunun Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatması “eksen değişikliğinin” ancak Kılıçdaroğlu eliyle hayata geçirilebileceği düşüncesinden kaynaklanıyordu. Diğer adaylar CHP’yi farklı bir siyasi yönelime sokabilirlerdi.
Tuncay Özkan, Selin Sayek Böke, Erdoğan Toprak ve Oğuz Kaan Salıcı gibi CHP’nin “ağır topları”; Kılıçdaroğlu dışındaki bir adayın CHP’nin iç dinamiklerini ve elbette kadrolarını değiştirebileceğini gördüler.
Toplumsal muhalefete karşı, eski AKP’lilerle ittifak stratejisi
“Akıl hocalarının” tavsiyesiyle başlayan bu yolculuk aslında Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyecek bir “ittifak” arayışının da bir sonucuydu. Toplumsal muhalefet Kılıçdaroğlu’ndan umudu epey zamandır kesmişken, Kılıçdaroğlu “eski AKP’lilerle” bir mutabakat arayışına girerek siyasi gücünü arttırmaya ve ihtiyaç duyduğu siyasi desteği bulmaya çalışıyordu.
Hiçbir seçime girmemiş Gelecek ve Deva gibi partilere cömertçe dağıtılan vekilliklerin temelinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul ettirme çabası vardı.
CHP medyası Kılıçdaroğlu’nun adaylığını pazarladı
Bu aşamada artık CHP medyası devreye girecek ve Kılıçdaroğlu’nun toplumsal uzlaşı adına “en uygun aday” olduğu fikri dile getirilmeye başlanacaktı.
Halk TV’de program yapan Levent Gültekin gibi isimlerin görevine Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktığı için son verilmiş; eski “yetmez ama evet”çi, yeni “muhalif” bir ekip Kılıçdaroğlu’nun adaylığını pazarlamakla görevlendirilmişti.
Yaşanan süreç “helalleşme yolculuğuna” devam etmek, eski AKP’li kadroların enjekte edilmesi ve “AKP’nin ilk yıllarına dönüş” olarak nitelenen bir siyasetin muhalefete kabul ettirilmesiydi.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta tüm bu yönelime isim veren “tepe isimlerin” de bu isimler aracılığıyla Kılıçdaroğlu propagandasına dahil olan gazetecilerin ve aydınların da istisnasız biçimde HDP’ye yakın duran isimler olmasıdır.
İYİ Parti ile yapılan ittifak HDP’yle doğrudan bir dirsek temasını engellese dahi yan yollardan bir ilişki geliştirmek CHP’nin temel seçim stratejisi haline gelmiş oldu.
Tele 1, Halk TV gibi kanallarda HDP’li isimlerin boy göstermesi ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için verilen sıcak mesajlar böylesine bir yakın temasın sonucuydu.
Diğer taraftan da Davutoğlu ve Babacan gibi isimler de sıkça muhalif kanallara çıkmaya başlamış, böylelikle iktidarın içinde senelerce ortak olduğu günahların sorumluluğundan muaf tutulur hale gelmişlerdi.
AKP’yi bölmek amacıyla için ittifak kurulan “endişeli muhafazakarlar”, kendi potansiyel seçmenlerinin karşısına çıkmak yerine muhalif kanallara çıkıp muhalefete propaganda yapmaya başladılar.
“Taraf” artıkları Kılıçdaroğlu’nu neden destekledi?
Davutoğlu’na yakın isimlerin kurduğu Karar gazetesinde çıkan yazılar, Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecinde nasıl bir noktaya sürüklendiğini çarpıcı biçimde gösteriyordu.
Burada yazı yazan eski AKP’li isimlerin tamamı Kılıçdaroğlu’nu “dar Kemalist kalıplardan kurtulduğu için” alkışlıyor, ideolojik dönüşümün devamı konusunda CHP’yi cesaretlendirmeye çalışıyorlardı.
Ancak gazetenin yazarlarından Yıldıray Oğur’a göre fedakarlık yapan taraf daha önce hiç seçime girmemiş ya da girdiğinde %1 oy alabilen İslamcı partiler oluyordu. “DEVA, Gelecek, Saadet ve DP’nin de ellerin bile gitmediği CHP listelerinde olmayı bir varoluşsal meseleye dönüştürmemesi onların da ideolojik deli gömleklerine hapsolmadığını gösteriyordu.”
Ergenekon davasının tetikçisi Taraf gazetesinin yazarlarından olan Oğur’un, Ergenekon sanığı Tuncay Özkan’ı programa davet etmesi, farklı güç odaklarının Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul ettirmek için ortak mesai harcadığının güzel bir örneğiydi.
CHP’yi teslim alan grupların getirdiği bu ideolojik açılım, sahte bir ittifak politikasını “anlamlı” hale getirdiği gibi “toplumsal uzlaşma” denilen şeyin aslında neyi içerdiğini özetliyor.
Tarikatlara ve cemaatlere siyasetin serbest olduğu, Türk milliyetçiliğin yok edildiği, ulusal birliğin tartışma konusu haline getirildiği ve tüm bunlar olduğu için de “endişeli muhafazakarların” ve Kürt milliyetçilerinin sempatiyle yaklaşacağı geniş kapsamlı bir projeydi Kılıçdaroğlu’nun adaylığı.
Kılıçdaroğlu’nun “Halil İbrahim sofrası” işte böylesine “faydacı” bir anlayışın sonucunda kuruldu. Meral Akşener’in “kazanacak aday” vurgusu yaparak Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz etmesi ise “milliyetçiliğin masaya tahakküm çabası” olarak yorumlandı ve lanetlendi.
Diğer taraftan Akşener’in HDP üzerinden yaptığı uyarıların haklılığı, AKP’nin seçim kampanyasını Millet İttifakı ile HDP arasındaki dirsek teması üzerine kurması ve bu kampanyanın da seçmen içerisinde etkili olduğunun görülmesiyle ortaya çıktı.
Çıkış Yolu: Atatürkçülük
Birinci turun ardından Kılıçdaroğlu’nun milliyetçi tabana seslenmesi ve Ümit Özdağ’la yapılan protokol ise siyasi bir pazarlığın neticesi olarak görüldü ve samimi bulunmadı. Bu yüzden de sonuç vermesi mümkün değildi.
Artık Türk siyaseti açısından yeni bir dönem başlıyor. Seçim sürecinin bize gösterdiği, toplumsal kesimler arasında PKK’ya ve siyasi uzantılarına yönelik tepkinin yüksek olması; halkın “mutfaktaki boş tencereye” hapsedilemeyeceği gerçeğidir.
Milliyetçi kaygılar Cumhuriyet sosyolojisinin bir sonucudur ve Erdoğan’la özdeşleştirilemez.
Bu sosyolojik gerçeği “dar Kemalizm” olarak gösteren “kanaat önderlerinin” tasfiyesi ve ideolojik bir arınma, toplumsal muhalefetin güçlenmesi açısından bir zorunluluk. Adını da koyalım: Atatürkçülük “siyasi bir taktik” değil, güçlü bir siyaset açısından tek çıkış yoludur. AKP Türkiye’siyle ancak gerçek bir “6 Ok” programıyla hesaplaşılabilir.