Erdoğan ile TÜSİAD arasındaki gerilim her geçen gün tırmanıyor. Geçtiğimiz gün grup konuşmasında Erdoğan “Ey TÜSİAD’ın başına gelen beyefendi dış politikada bize ders veremezsin. Sen çıraksın, kalfa bile olamadın. Dün bir, bugün iki. Önce haddini bil. Bunlar da akıllarını başlarına almadıkları sürece iktidarın kapısından içeri giremezler.” dedi.
Erdoğan konuşmasının TÜSİAD ile ilgili bölümünde İsveç ve Finlandiya meselesinden girdi, CHP’den çıktı. CHP’den sufle alan TÜSİAD, yeni başkan seçilen Orhan Turan, kim oluyordu da “büyük usta” Erdoğan’ı eleştirebiliyordu?
Erdoğan’ı bu kadar kızdıran şey, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısında YİK Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, yaptıkları konuşmalarda AKP’nin ekonomi politikalarını eleştirmeleriydi.
Genel hatlarıyla TL’deki değer kaybının sürdürülemez olduğunun, enflasyonla mücadeleye ağırlık verilmesi gerektiğinin, “büyürken yoksullaşma” çelişkisine dikkat çekilen, gelir dağılımındaki eşitsizliğin demokrasiyi tehdit ettiğinin, gençlerin gelecek kaygısıyla gözünü yurtdışına diktiğinin altını Özilhan ve Turan’ın konuşmaları, işveren örgütü, sermayedar örgütü olan TÜSİAD’ın endişelerini dile getiriyordu.
Orhan Turan, konuşmasının bir yerinde “En haklı olduğumuz konularda bile çıkarlarımızı korurken tercih edeceğimiz yöntem amaca varmamızı kolaylaştıracak şekilde formüle edilmelidir. Bu bağlamda İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda Türkiye’nin dile getirdiği sıkıntıların ve taleplerin müzakere yoluyla, karşılıklı anlayışı geliştirerek ve ittifak ruhuna uygun şekilde çözülebileceğini ümit ediyoruz.” şeklinde dış politika konusunda kendince bir uyarı yapıyor ve Erdoğan’a istediği pası atıyor.
Erdoğan, konuşmasının TÜSİAD’la ilgili kısmında TÜSİAD’ın ekonomi ile ilgili endişe ve uyarılarına tek kelime ile bile değinmezken, dış politika meselesinde cevap vererek hem TÜSİAD’ı, hem NATO’yu, hem İsveç ve Finlandiya’yı, hem de CHP’yi vurmuş oldu. Nasıldı o söz; bir taşla kuş sürüsü mü?
***
Yukarıda yazdıklarım meselenin bir yönü, ancak başka bir yönü daha var ki, Türkiye’deki temel sorunlardan birine işaret ediyor.
TÜSİAD’ı sevelim sevmeyelim, destekleyelim, karşı çıkalım; TÜSİAD kendi sınıfının yani burjuvazinin çıkarlarını korumak için bugün AKP ile karşı karşıya geliyor.
O TÜSİAD ki, AKP’nin ilk iktidara geldiği dönemde AKP ile aynı program etrafında birleşiyordu. Zamanla AKP ile TÜSİAD’ın temsil ettiği sınıf arasındaki çıkar çatışması, TÜSİAD ile AKP’yi bu noktaya getirdi.
TÜSİAD elbette ki temsil ettiği kesimlerin çıkarları için bugün AKP’yle ters düşüyor, yoksa AKP ilk iktidara geldiğinde demokrasi, gelir dağılımında adalet gibi kaygıları hiç yoktu. Bugün AKP başka kesimleri zengin ettiği için sermaye sınıfı olarak AKP’ye karşı çıkıyorlar.
İşveren örgütünün durumu bu.
Peki, bunca ekonomik sorunun ortasında enflasyon altında geliri her geçen gün eriyen, emeğinin karşılığı her geçen gün düşen, en kötü şartlar altında çalışmaya mahkum işçilerin örgütleri olan sendikalar ne halde?
Erdoğan grup toplantısında TÜSİAD’a “had bildirdikten” sonra AKP Genel Merkezi’nde Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’la görüştü. Malum önümüzdeki ay ücretlere artış bekleniyor ve başta Türk-İş tüm sendikalar, Erdoğan’ın ağzının içine bakıyor.
Türk-İş Başkanı Atalay, görüşme sonrası AKP memuru edasıyla açıklama yapıyor: “Asgari ücretlinin alım gücünün düştüğünü, A’dan Z’ye anlatma imkanı bulduk.”
Demi yani, işçiyi bu duruma düşüren Erdoğan, işçinin sorunlarını anlatma imkanı verdiği için ne kadar teşekkür etsek az!
İşte Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri diye kastettiğim şey bu. Türkiye’de sermaye örgütü, işveren örgütü olarak bilinen ve bir kesim tarafından nefret edilen TÜSİAD bile kendince sınıf tavrı alabiliyor, iktidarla çatışabiliyor ama sabah akşam sınıf bilincinden dem vuran sendikalar bırakın sınıf tavrını, sınıf mücadelesini, el pençe AKP’den zam koparabilmek için bekliyor.
Türkiye’de artık olay Kızıl burjuva/sarı sendika olayına dönmüş durumda. Sol da bu sendikaların hâlâ işçi sınıfını temsil ettiğini, sınıf mücadelesi verdiğini sanmaya devam ediyor. Sendikalardaki “sarı”lık bütün sola sirayet etmiş durumda ve işin en kötü yanı da herkesin bu durumdan memnun olması.