Türkiye, depremin ardından her gün yeni bir rezaletin ortaya çıkmasıyla yeniden sallanıyor. Son birkaç günün “taze” rezaletinin adı ise “Kızılay”. Ayrıntıları tekrarlamaya herhalde lüzum yok.
Önce AHBAP Derneği’ne ve Türk Eczacılar Birliği’ne elindeki çadırları, hem de piyasanın kat kat üstünde bir fiyatla sattığı ortaya çıkan Kızılay’ın bununla da kalmadığı, gıda maddelerini, hatta yardım için toplanan giysileri de sattığı ortaya çıktı. Depremzede vatandaş, mecaz değil gerçek anlamıyla aç ve açıktayken, Kızılay’a çöreklenen AKP baronları kâr peşindeymiş!
Osmanlı’nın Hilal-i Ahmer’inden Türk Kızılayı’na şanlı tarihi olan bir kurumun, nasıl ve ne derece yozlaştırılabileceğini gördük. Elbette böyle büyük bir çürümeyi de ancak AKP başarabilirdi.
Fakat işin bir boyutunu daha görmemiz gerekiyor: AKP’lisinden liberaline birçok kesim, on yıllardır “özelleştir, güzelleştir” söylemleriyle kutsadıkları bir kamu ekonomisi düşmanlığı yaptılar. Bunun daha da uç noktasında ise bizzat Tayyip Erdoğan’ın “devleti şirket yönetir gibi yönetmekle” övünmesi vardı.
Ama işte görüldüğü gibi ne devlet ne de Kızılay gibi yarı resmî özellikte kurulmuş yapılar, şirket gibi yönetilebilir. Bunların özelleştirilmesinden ise hiç de güzelleştirme filan çıkmaz. Sadece rezilleştirme çıkar.
93 Harbi’nde, Balkan Savaşları’nda, Çanakkale’de ve I. Dünya Savaşı’nın tüm cephelerinde, Kurtuluş Savaşı’nda ve Kıbrıs’ta Türk Ordusu’nun yanında olmuş Türk Kızılay’ı, kurulduğu günden itibaren her doğal afette de görevini layıkıyla yerine getirmişti. Tabii AKP tutup bu 150 yıllık kurumu özelleştirene, bir şirkete dönüştürene ve daha da kötüsü AKP Kabilesi’nin mensuplarının insafına terk edene kadar böyleydi…
Şimdiyse Türk Milleti’nin ve Ordusu’nun bu en yakın destekçisi, iyilik meleği kurum, milletin en ağır gününde, birilerinin servetine servet katmanın peşinde.
Özelleştirmelere yıllarca güzellemeler yapanlar, methiyeler düzenler, şapkalarını önüne koyup düşünmeli. Demek ki her şey piyasada optimum sonucu vermiyormuş. Yıllarca saldırdığınız kamu kurumları, beğenmediğiniz Kemalist devletçilik, bu ülkenin esas dayanağıymış…
Kaldı ki aslında Türkiye’deki özelleştirme sevdalılarının kafasındaki gibi bir sistem, en kapitalist ülkelerde dahi yok. Oralarda da bu tip yaşamsal, kritik alanlar piyasanın insafına bırakılmıyor. Devlet ve kamu kesimi sanıldığından çok daha etkin…
Zaten bu büyüklükteki yani ülke çapındaki savaş, doğal afet gibi durumlar karşısında, ülkeyi ve halkı koruma amacı taşıyan işleri yapabilecek tek gücün de devlet olduğu bal gibi ortada. Bunun bir kapasite meselesi olmanın yanında, kişisel fayda ile toplumsal faydayı gözetmek arasındaki bir mantık farkına da işaret ettiği açık. Kısacası özelleştirilmiş kurum kendini, kamu kurumu toplumu gözetir.
Kızılay, devlete (yani gerçek devlete, parti ya da şahıs devletine değil) bağlı yarı resmî bir kamu kuruluşu olarak kalsaydı, böyle bir rezalet elbette olmazdı. Yani devletten hoşlanmayan “solcumuz” da kamudan hazzetmeyen liberalimiz de şunu kafasına sokmalı: Devlet ve kamu yaşatır. Devlete de kamuya da gün gelir, bunların en büyük düşmanları, en kararlı eleştirmenleri de ihtiyaç duyar. Veya Kızılay vakasında olduğu gibi bu iş nasıl oldu diye hayıflanır…
Altını tekrar çizelim: Özelleştirme, bu tip hallerde hiç de güzelleştirme değildir. Olsa olsa rezilleştirmedir. Ve o rezilliği dibine kadar yaşadık maalesef…