Kürtçü çizgiye yakın olduğu bilinen Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu’nun (KESK) hazırladığı deprem raporunda yaptığı “demografik değişim” uyarısı ilginç.
Söz konusu raporu haberleştiren medya kuruluşlarının, bu çarpıcı tespiti manşete çıkarmamaları dikkat çekiyor.
AKP’nin mülteciler üzerinden çizdiği “demografik değişim projesini” gündeme getirenler ulusalcı- Atatürkçü kesimler olmuş; “sosyalistler” ise projeyi sorun yaratacak bir unsur olarak değil, “halkların toplumsal entegrasyonunun” zeminini hazırlayan bir adım olarak görmüş ve desteklemişti.
KESK raporu ise “sosyalistlerin” geleneksel düşüncesine aykırı biçimde, “Samandağ ve Antakya’da halkta kentin demografik yapısının değiştirilme kaygısının çok güçlü olduğunun altını çiziyor ve bu kaygının İskenderun, Elbistan, Pazarcık, Adıyaman gibi yerlerde de mevcut olduğunu” dile getiriyor.
Raporda dile getirilen “demografik değişimin AKP’nin gerici vakıfları” aracılığıyla gerçekleştirilmesi, gerçeğin sadece bir kısmını ortaya koyuyor.
Deprem bölgesinde iktidar tarafından desteklenen birçok İslamcı kuruluşun etkin olduğu ve devletin kendi görevlerini bu kuruluşlara devrettiği doğru bir tespit.
Ancak “demografik dönüşüm” İslamcı vakıfların deprem bölgesine yönelik teşvik ettiği “mülteci göçü” aracılığıyla olacak.
Bu gerçeği ortaya koymak, “mültecilerin” toplumsal yapıda üstlendikleri misyonu anlamak ve “sosyalistlerin” savunduğu entegrasyonun sonuçlarını görmek açısından önemli.
Hataylıların yaşadığı bu endişenin KESK’in raporuna girecek kadar sık dile getirilmesi, “mülteci sorununun” artık örtülemeyeceğini ve “hayali bir dayanışmayla” çözülemeyeceğini gösterir.
Anlaşılan o ki deprem, “sosyalistlerin” zihninde de bir değişim yarattı.
Bu kesimlerin “Nerede bu devlet?” diyerek devlete çağrıda bulunması; “devlet” mekanizmasının sol teoride ortaya konulduğu gibi “gücü ve zoru meşrulaştıran” bir kurum değil, bizzat “millet” eliyle yaratılan “halkçı” bir aygıt olduğunu ifade ediyor.
Aynı şekilde KESK’in bile “demografik dönüşüme” karşı uyarıda bulunması, “inkar ve imha politikalarının uygulayıcısı olmakla” suçlanan ulus devletin, mevcut demografik yapının koruyucusu ve kollayıcısı olduğu anlamına gelmiyor mu?
Hani ulus devlet, “ulusal kimlikleri” yok ederek toplumu zorla “asimile” ediyordu?
Tüm bu tartışma, Atatürk’ün kurduğu ve AKP’nin de yok etmeye çalıştığı ulus devletin hem ortak bir ulus yarattığı hem de kendi topraklarındaki tüm kültürel varlıkları koruyup kolladığını ispatlıyor.
Laiklik, dinci gericiliğe karşı halkı korur.
Ancak ulusçuluk da böylesine bir gericiliğin toplumsal kökenlerini ortadan kaldırır ve gerçek bir güvence sağlar.
“Demografi” ise bu iki fikrin güçlü biçimde birleşmesinden doğan bir toplumda oluşur.
“Güçlü demografi” için ulusçuluk bir tercih değil, zorunluluktur.