En baştan itibaren Türk’ü sansürlemeye çalışanlar
Türk Millî Futbol Takımı, ben bu yazıyı kaleme alırken 2024 Avrupa Kupası’na çeyrek final aşamasında veda etmiş bulunuyor. Gerideyse futbolu çok aşan geniş bir tartışma kaldı. Bu tartışma daha epey sürecek gibi duruyor. Konuyla ilgili tartışmalara girmeden önce Türk Millî Takımı’nı her şeyin ötesinde Türklüğü yücelttikleri, Türklük bilincine büyük bir katkıda bulundukları, Türk ulusunu gayet güzel bir şekilde temsil ettikleri ve Türk düşmanlarına iyi bir cevap verdikleri için kutluyorum. “Türk önde Türk, ileri!” dedikleri için teşekkür ediyorum.
Avrupa Kupası, diğer tüm uluslararası turnuvalarda olduğu gibi elbette temelde ulusların yarıştığı bir organizasyon. Adı üstünde; uluslararası turnuva… Fakat daha turnuvanın ilk anından itibaren Türk olmayan Türkiyeli “sol” basın, bu basit ve temel gerçeği bile sansürlemeye başlamıştı bile. Daha doğrusu bu zevat, aslında diğer ulusların orada olduğunu inkâr etmiyor ama iş Türk’e gelince otomatikman sansüre başvuruyordu.
Mesela daha işin başında, 19 Haziran’da Evrensel’de çıkan “Almanya akılları, Romanya kalpleri çeldi” başlıklı haberde şu ifadeler dikkatleri çekiyordu:
“Maçın bu bölümünde çok etkili olan İngilizler…”, “Hollanda geriden gelerek kazanırken Fransızlar…”, “Gürcü kalecinin kalesine atılan gol…” ve “Türkiye’nin de yer aldığı F Grubu”, “Türkiye takımı geleneksel kırılganlığını…” vs.
Yani bizim bu “Evrenselci” solcularımız; İngilizlerin, Fransızların, Gürcülerin ve diğerlerinin orada uluslarının temsilcisi olarak bulunduklarını çok iyi biliyordu. Bunu yazarken gayet normal de davranıyordu. Ama sıra Türklere gelince ifadeler hemen “Türkiye” ve “Türkiye takımı”na dönüşüyordu. Biz elbette bu tavrın tesadüfî ya da bir kereye mahsus bir yanlış değil, bu tip “sol”un kanına, canına işlemiş Türk düşmanlığından türeyen adeta içgüdüsel bir refleks olduğunu biliyorduk. Sağ olsunlar bizi haksız da çıkarmadılar. Sonraki gelişmeler boyunca bu tavırlarını aynen ve şiddetlendirerek sürdürdüler.
Bu tavır, açık bir şekilde Türk düşmanı ırkçılıktı. Bu yaptıklarında da yanlarında her zamanki ortakları olan Kürt ırkçılarıyla İslamcıları buldular tabii ki…
“Kürt futbolcu” ve “Türkiyeli futbolcu”…
Sansürün ve düşmanlığın boyutu ve şiddeti, konunun içeriği politikleştikçe daha da artıyor. Merih Demiral’ın bozkurtlu sevincinden sonra ortalık iyice karışınca bu tavır daha da dikkat çekici ve sert bir hâl aldı. Mesela Türklere “faşist, ırkçı vs.” denecekse burada “Türk” ifadesi elbette kullanılıyordu. Ama bir Avrupa ülkesinin millî takımında oynayan bir Türk’ten bahsedilecekse ifade bir anda “Türkiye kökenli”ye dönüşüyordu. Yine Evrensel’den Yücel Özdemir’in “Bozkurt’a kırmızı kart” başlıklı köşe yazısından konuyu takip edelim:
“Türkiye’de ve Almanya’da bu sembolün Türk faşistlerine…”
Burada yazar elbette “Türkiye faşistleri” ya da “Türkiyeli faşistler” dememiştir ama biraz sonra taraftardan bahsederken bir anda Türk taraftar, “…bütün Türkiye taraftarlarının yapacağı bir harekete…” olarak anılır.
Alman takımının kaptanı İlkay ise şöyle tanımlanır: “Alman Milli Takımı’nın kaptanı Türkiye kökenli İlkay Gündoğan.”İlkay Gündoğan’ın kaptanlığını yaptığı milli takım “Alman”dır ama kendisi “Türk” ya da “Türk kökenli” değil “Türkiye kökenli”dir! Bu nasıl bir çifte standarttır dediyseniz daha yeni başlıyoruz…
Mesela bir de Deniz Undav olayı var. Bu Yezidi Kürt futbolcunun, “Ben Kürt’üm, Milli Takım’da oynamam” demesinin çok normal karşılanmasının, hatta desteklenmesinin yanında “sol” basınımız da ondan “Türkiye kökenli” filan diye değil “Ezidi Kürt” olarak bahsetti.
Demek ki var olan tek bir standart var. O da Türk’e her koşulda düşmanlık etmek, yok saymak, bunlar yapılamıyorsa da hakaret etmek…
Bu tavrın etnik ırkçılık olması başka bir mesele. Buradan yola çıktıklarında da işi Türk takımının ne kadar Türk olduğunu sorgulamaya vardırdılar. Futbolcuların ne kadarının farklı etnik kökenlerden geldiğini bulmaya çalıştılar. Türk’ün etnik köken değil bir ulus olduğunu ve ikisi arasındaki farkı anlamalarını zaten bekleyemezdik de.
Ama asıl kıyamet tabii ki bozkurt meselesi etrafında kopacaktı…
Mesele Bozkurt işareti değil, Türk düşmanlığı
Enternasyonalist, daha doğrusu Türk düşmanı “sol” basının Türk sansürü zaten her an gündemdeydi ama bir anda Bozkurt meselesi ortaya çıkınca bu sefer hepsi birden “mal bulmuş mağribî gibi” olayın üstüne atladılar. (Bu arada bu deyimden de ırkçı Türklerin Mağriplileri ötekileştirilmesi teorisi yapacaklar da çıkabilir! Yapmazlarsa şaşarım.)
Bu defa eski HDP milletvekili Ferhat Encu’dan Suavi’ye, Levent Gültekin’den Amedspor’a, Can Dündar’dan Deva Partili Mehmet Emin Ekmen’e, Enver Aysever’den Merdan Yanardağ ve Halil Konakçı’ya uzanan Kürt ırkçılarından, “sosyalistlere”, İslamcılardan, liberallere varan çok geniş bir yelpaze saldırıya geçti.
Hepsi de bozkurt işareti yapmanın ırkçılık olduğundan başlayıp meseleyi Türklerin millî simgesi olan bozkurda, Türk efsanelerine ve tabii ki işin özünde Türklüğün kendisine saldırarak bitirdiler. Kimi bunu pervasızca yaptı, kimi ise daha sinsice…
Gerçekte rahatsız oldukları, Türk’ün futbol zemininde dünya gündemine gelmesi, Türk takımının başarısının Türk’ü olumlu bir şekilde öne çıkarması ve Türk milletinin bu vesileyle kenetlenmesi, Türklük bilincinin yükselmesiydi.
Diğer yandan tam bu döneme denk gelen birkaç olay daha Türk düşmanlığının başka örneklerini de izlememizi sağladı.
Futbol, Kayseri, Van ve İran…
Millî Takım ve Avrupa Kupası merkezli gündem sürerken Kayseri’de bir Suriyelinin yine Suriyeli bir çocuğu istismarının ardından başlayan olayların birçok şehre yayılmasına şahit olduk. Olaylar başlar başlamaz yine aynı ekip, bunun tek bir Suriyelinin yaptığı bir şey olduğunu, bütün Suriyelilerin suçlanamayacağını tekrarlamaya başladılar. Tabii konuya sadece tek bir cümleyle bakılacaksa mesele yok ama bir cümle, kimi zaman bin doğruyu örtebiliyor. Ya da burada olduğu gibi örtmeyi deneyip başaramıyor!
Birincisi, sokağa inenler için bu olay, bardağı taşıran son damladan ibaretti. Yani gösterilmek istendiği gibi ortada vuku bulmuş tek bir olay vardı da insanlar bunun ardından sokağa inmiş değildi! Ortada bir birikim vardı. Ama işin daha da önemli boyutu, tüm Suriyelilerin suçlu ilan edilmesine karşı çıkan ekibin, tüm Türkleri ırkçı, pogromcu, faşist, ırkçı ilan ederken bir an bile kalem tutan ellerinin titrememiş olmasıydı. Türk karşıtı standart, futbolda işlediği gibi burada da aynı şekilde işlemişti.
Bunlara ek olarak gelen bir başka olaysa Van’da gerçekleşti. Kültür Bakanlığı tarafından bu yıl ilk defa düzenlenen Van Kültür Yolu Festivali’nde sahne alan şarkıcı Bengü, teşekkür konuşması yaparken Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü kullanınca olanlar oldu. Bengü, Kürtçü faşistler tarafından pet şişe yağmuruna tutuldu. Eminim ki ellerine o anda başka şey geçirebilseler onu da atarlardı. Bengü, kimseye hakaret mi etmişti? Dünyanın en birleştirici sözünü kullanarak provokasyon mu yapmıştı? Ortada çok açık bir ırkçı, linççi faşist saldırı vardı ama bu konularda çok hassas olan (!), Türkleri her gün suçlayan, karalayan ekip bu olay karşısında dut yemiş bülbüle döndü.
Ne de olsa linç edilen bir Türk’tü. Bengü de Türk Millî Takım oyuncuları gibi Türklüğü gündeme taşımıştı. Aynen Merih Demiral’ın iki gol attığı maçtan sonraki açıklamasının başında yaptığı gibi Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünü anmıştı. Bizim Türk düşmanı “sol”, Kürt ırkçısı ve İslamcı koro açısından daha büyük suç işleyemezdi!
Türkiye’de bu kadar Türk düşmanlığı yapanların, kendilerini Türkiye ile sınırlamaları da beklenemezdi. Türkiye’de bile Türk’e tahammül edemeyenler, bu defa da yüzlerini İran’a çevirince Türklükle karşılaşarak bir kez daha hüsrana uğradılar.
İran’da gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı olarak ortaya çıkan ve reformcu muhalefeti temsil eden Dr. Mesud Pezeşkiyan, Tebrizli bir Türk’tü ve kendisinin Türk olduğunu açıklıyor, bununla gurur duyduğunu da söylüyordu.
Aslında burada Kürtçüler açısından birkaç hezimet bir arada var. Şu anda seçimi kazanmış bulunan Pezeşkiyan ne kadar reformcu olabilecek, rejim buna ne kadar müsaade edecek ya da İran büyük ve iyi yönde bir dönüşüm mü geçirecek; bunu zaman gösterecek. Fakat tüm bunlardan bağımsız olan gerçek, Pezeşkiyan’ın Türk olduğunu vurgulaması (İran’ın genel söyleminin aksine “Azeri” değil Türk!) İran esareti altında yaşayan on milyonlarca Azerbaycan Türk’ünün yaşanan büyük Türk ve Türkçü uyanışın önemli bir parçası olduğunu gösterdi.
Pezeşkiyan’ın Türklük vurgusu, bu geniş Türk kitlesinin mücadelesinin büyük başarısına işaret ediyor. Kürtçüler açısından daha fenası, Urmiye gibi birçok Türk bölgesinin üzerinde hak iddia etmeye kalkan PKK’nın İran kolu PJAK’ın tezlerinin de çökmesi. Güney Azerbaycan’daki Türk mücadelesinin yeşil sahalardaki temsilcisi olan Tractor Tebriz Futbol Kulübü’nün taraftarlarının bozkurt işaretini on yıldır her maçta yapıyor olmaları da işin bir başka boyutu.
Türk’ü sansürlemek kimsenin harcı değil
Birbirinden bağımsız ortaya çıksa bile tüm bu olayların ortak bir noktada birleştiğini tespit etmeliyiz.
Bir tarafta özellikle Türk Millî Takımı’nın başarısıyla ortaya çıkan bir yükselen Türklük, Türkçülük ve Atatürkçülük bilinci gerçeği var. Bunun karşısında da Türk’ü sansürlemeye çalışan, bunu yapamadığı yerde de karalamayı seçen “solculardan”, Kürt ırkçılarından ve İslamcılardan oluşan bir koalisyon var.
Ortaya çıkan bir başka gerçek de Türk’ü sansürlemenin kimsenin harcı olmadığı. Karşımızda ayağa kalkmış, bilinçlenmiş, tarihiyle bütünleşmiş, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” ve “Türk önde Türk ileri!” diyen bir Türk çoğunluğu var. Ne Türk karşıtı “sol”un istediği gibi bir etnik gruplar enternasyonali uğruna Türk ulusunun parçalanması beklenebilir, ne İslamcıların sandığı gibi bir ümmet içinde yok olması umulabilir….
Önümüzdeki dönem Türk Çağı’dır, Atatürk Çağı’dır, Bozkurt ve yeniden Ergenekon’dan çıkış çağıdır! İleri!