Son dönemlerde “laiklik mücadelesine” epey vurgu yapan sosyalist BirGün gazetesinin bir yazarı var: Şükrü Aslan. Fakat onun vurgusu ne sosyalizme ne de laikliğe. Mücadelesinin merkez hattında her zaman Kemalizm karşıtlığı var. Zaman zaman ben de sosyalizm adına ne kadar garip işler yapılabileceğini görmek için yazılarını okurum. İbret almak için bire bir…
Fakat önceki gün (27 Temmuz 2022) öyle bir yazı yazdı ki kendini de, BirGün’ün bazen gizli, bazen açık Kemalizm, Türklük ve Türk devleti düşmanlığını fersah fersah aştı. “Tersyüz edilmiş tarihin gerilimleri” başlıklı köşe yazısında, Atatürkçülüğe düşmanlık edeceğim derken ipin ucunu epey kaçırdı. Bu tip “Dersimci sol” çevrelerde artık alışkanlık haline gelmiş olan feodal tarikat şeyhi Seyit Rıza’yı övmenin de ötesine geçti. Aslında normalde tarihsel, toplumsal vs birçok açıdan kendisine karşıt olarak görmesi beklenecek başka bir feodal tarikatçıyı, Nakşî Şeyh Sait’i de güzellemelere boğdu.
Şükrü Aslan, kendisine referans olarak aldığı Cemal Kutay’a dayanarak, Dersim İsyanı’nın da Şeyh Sait İsyanı’nın da aslında isyan olmadığını iddia ediyor. Devlet, Cumhuriyet döneminde Doğu’yu sömürge olarak görmüş, bu adamlar da haklı olarak buna karşı çıkmış. Ama ayaklanmamış, isyan da etmemiş! Nasıl oluyorsa artık bu? Şükrü Aslan’a sormak lazım…
Şükrü Aslan, piri Cemal Kutay’dan aktarıyor:
“Cumhuriyet devrinde Doğu için çok yanlış bir politikanın takip edildiğine kaniyim. Doğuyu bir müstemleke telakki etmek sakat bir tatbikattı.”
BirGün’cü ve Dersimci Şükrü Aslan’a göre “sömürgeci” T.C.’nin karşısına dikilenler sadece hak ve özgürlük isteyen barış melekleriymiş! Oldu Şükrü Bey. Apo için bile bunları söyleyenler olmadı mı? Siz de konuşun…
Herhalde Şeyh Sait, Şeriatçı bir Kürt devleti kurmak niyetiyle, Musul-Kerkük ihtirasıyla yanan İngiliz emperyalizminin desteğiyle silaha sarılmamıştı. Öyle çevresine kan kusturan feodal-dinî bir mütegallibeliği filan da yoktu! Seyit Rıza tarikat lideri, yüzlerce köyün sahibi bir başka feodal değildi. O dönem Hatay’ı Türkiye’ye vermek istemeyen Fransızlarla ve Taşnak-Hoybun Kürt-Ermeni İttifak örgütüyle de alakası olmamıştı! Yine yazısında övdüğü Koçgiri Reisi Alişer, ilerleyen Yunan işgalcileriyle koordinasyon içinde ayaklanmayı aklından bile geçirmemişti!
Şükrü Bey, artık biraz frene basın lütfen… Bu ülkede az çok tarih bilenler de var. Tam da yazınızın başlığındaki “tersyüz edilmiş” bir tarihi kimseye yutturamazsınız!
BirGün’e soralım: Hani Cumhuriyet kazanımları, hani laiklik?
Şimdi BirGün’e sorsak, elbette Cumhuriyet kazanımlarını savunduklarını söyleyeceklerdir. Hele hele Ortaçağ gericiliğine, tarikatlara kesin çok karşıdırlar. Laiklik çok önemlidir onlar için.
Ama demek ki bu prensipler, söz konusu olan Kürt-İslamcı bir Ortaçağ zihniyetli, feodal ağa ve tarikatçı olunca işlemez oluyormuş. Mesele Şeyh Sait olunca, Cumhuriyet kazanımı da, feodalizm karşıtlığı da, Ortaçağ zihniyetine, tarikatlara karşı mücadele de bir kenara itiliveriyormuş.
Dürüst olun…
Aslında temel prensibiniz bunların hiçbiri değil. Belki bazen farkına bile varmıyorsunuz ama içinde Kürt geçen her şeyi savunmak sizin temel saikiniz. Ve diğer taraftan da Türklüğe, Atatürk’e, onun kurduğu Türk Cumhuriyeti’ne karşı olmak da…
Dolayısıyla Atatürk ve Türk Cumhuriyeti ile Kürt-İslamcı Şeyh Sait arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığınız anda algoritmanız devreye giriyor. Doğrudan Şeyh Sait’i seçiyorsunuz. Ama 24 Ocak’ta hatırlatacağım: Kürt-İslamcılığa karşı ilk uyarıyı yapan, bunu da Şeyh Sait Ayaklanması’nın iç yüzünü göstererek önümüze koyan Uğur Mumcu’yu sakın anmayın. (Gerçi bunu da yanına Hrant vs isimleri koyarak yapıyorsunuz. Bu da ayrı bir mesele…)
Tezler Şerif Mardin, tavır Necip Fazıl
Şükrü Aslan, Şeyh Sait Ayaklanması hakkında akıl hocası Cemal Kutay’dan keyifle aktarıyor:
“Doğu ile Batı arasında bir müsavat isteyen vatandaşların merkezi idareye bir ikazı…”
Durun bir dakika! Bu tezler çok tanıdık değil mi?
Kendi Cumhuriyet karşıtlığını teorize etmek için kerameti kendinden menkul bir “merkez-çevre” kuramı uyduran Şerif Mardin sizin de aklınıza gelmiş olmalı. Hani, her türlü sağcılığı, gericiliği, tarikatları vs “çevre” ilan edip eğitimli, Kemalist, “elit” merkezdeki Türklere karşı savunan tez! Cemal Kutay’ın vakti zamanında savunduğu, Şükrü Aslan’ın da şimdi sosyalistlik adına tekrar ettiği bu zırvalar, Amerikancı sözde sosyolojinin Türkiye Şerifi’nin ürünleriyle birebir aynı!
Ama tek benzerlik Şerif Mardin’le de değil. Şükrü Aslan’ın Şeyh Sait’i savunan tavrı aslında Necip Fazıl’ın yıllar önce kendi koyu Sünniciliğine ve Alevi düşmanlığına karşın Seyit Rıza’yı “din mazlumu” tanımlamasıyla müdafaa eden tavrının aynadaki ters dönmüş bir yansıması. İkisi için de mesele Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı olunca diğer meseleler erteleniyor!
Nurcu Cemal Kutay’ın kılavuzluğunda burnunun ucunu göremeyen solculuk
Şükrü Aslan, referans aldığı Cemal Kutay’ın Kürt kökenli de olsa bir Türk tarihçisi olduğunu söylüyor. Bu pek bir şey sayılmaz yine. İşin daha da acı tarafı Cemal Kutay’ı Atatürkçü sananlar da vardır. Oysaki Cemal Kutay, “Çağımızda Bir Asrı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursî” adlı bir Kürt Sait güzellemesi kitabı yazıp, bunu da Nurcuların Yeni Asya kolunun yayınevinden çıkartmış, su katılmamış bir Nurcu’dur. 12 Eylül sonrasında arada Atatürk hakkında yazmışsa da Atatürkçülüğü olsa olsa Kenan Evren kadardır. Hatta o kadar bile değildir.
Diğer taraftan Kutay, doğrudan doğruya Bedirhan Bey’in torunudur. Hani şu meşhur Cüneyt Zapsu’nun da dedesi olan, 1847’de ilk Kürt ayaklanmalarından birinin liderliğini yapmış Bedirhan Bey. Hani Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki tüm Kürtçü örgütlenmelerin değişmez ailesinin kurucusu. Bir ayrıntı daha verelim: İsyan bastırıldıktan sonra sürgüne giden Cüneyt Zapsu ve Cemal Kutay’ın ceddi Bedirhan Bey, 1868’de Şam’da ölünce Nakşibendî şeyhi Halid’in yanına gömülmüştür. Türkiye’de etkili olan tüm Nakşî kollarının (elbette Şeyh Sait’in de) silsilelerinin dayandığı Şeyh Halid’in bir mürididir Bedirhan Bey!
Kürt ayaklanmacısı, Nakşî müridi, feodal bey Bedirhan’ın torunu Cemal Kutay’ın tek yaptığı bu büyük dedesinin izinden gitmekten, aslında onun çizgisini aklamaktan başka bir şey değildi. Peki, ya onu kılavuz edinip burnunun ucunda duran bu Ortaçağ kokulu gerici, feodal geçmişi fark edemeyen BirGün solculuğuna ne demeli?
Nakşî şeyhiyle, aşiret reisinden medet ummak…
Şükrü Aslan yine Cemal Kutay’dan aktarıyor:
“Milli mücadelede Mustafa Kemal’in, bir yanında Erzincan Nakşibendî Şeyhi Hacı Fevzi Efendi, bir yanında Mutki Aşiret reisi Hacı Mustafa Bey vardı.”
Millî Mücadelenin şeyhlerle, aşiretlerle ve özellikle de Kürtlerin yardımıyla kazanıldığı iddia edileceği zaman hemen bu iki isim hatırlanır. Fakat görünen o ki bu defa onları da doğru hatırlayamamışlar! Çünkü Mutki Aşiret Reisi “Mustafa” Bey diye birisi yoktur! Bahsedilen kişi Musa Bey’dir. Diyelim ki Cemal Kutay bunu hatırlayamadığı zaman epey ileri yaştaydı ama anlaşılan BirGün aşireti rüesasından Şükrü Bey de bunu hiç fark etmemiş. Gerçi daha iki gün önce de aynı gazetede Zülfü Livaneli ile yapılan röportajda Ali Fethi Okyar’ı gencecik bir arkadaş da Ali Fethi “Okuyan” yapmıştı! (Bkz. “Kaplanın Sırtında Sürgün Yılları” Sercan Meriç’in yaptığı röportajın metni, BirGün, 26 Temmuz 2022…)
Gelelim bu Hacı Musa Bey ve Fevzi Efendi’ye…
Atatürk Nutuk’ta her ikisinden de bahseder. İkisinin adı da Erzurum Kongresi’nde oluşturulan Heyet-i Temsiliye listesinde geçer. Ama Nutuk’ta anlatılan durumları şudur:
“Baylar, yeri gelmişken bilginize sunayım ki bu kişiler hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. Bunlardan İzzet, Servet ve Hacı Musa Beyler ve Sadullah Efendi hiç gelmemişlerdir. Raif Bey ve Şeyh Fevzi Efendiler, Sivas Kongresi’ne katılmışlar ve ondan sonra biri Erzurum’a, biri Erzincan’a dönerek bir daha aramıza katılmamışlardır.”
Fevzi Efendi, gerçekten de sonradan pek ortalıkta görünmez ama Hacı Musa Bey, Şeyh Sait İsyanı’nı örgütleyen Azadi teşkilatının ilk başkanı olarak karşımıza çıkar. Oğlu İzzet de ayaklanma sırasında ölür.
Atatürk bu iki isme tekrar gönderme yapar ve bu acınacak haldeki kişilerle bir yere varılamayacağını da belirtir:
“… İkincisi, baylar, ulus yurt siyasa ve ordu yöneticiliğinde hiç bulunmamış ve bu alanda değeri belirmemiş ve denenmemiş gelişigüzel kişilerden, örneğin, Erzincanlı bir Nakşî şeyhi ve Mutkili bir aşiret başkanı gibi acınacak durumdaki kişilerden de kurulabilecek herhangi bir temsilciler kuruluna, söz konusu durum ve görev bırakılabilir miydi?”
Yani BirGün’cü Şükrü Aslan burada da yine Cemal Kutay’a güvenip duvara çarpıyor.
BirGün’ün ve bir kısım solun tek ilkesi: Türk olan her şeye karşı çıkmak
Bir de Cemal Kutay’ın, Koçgiri Reisi Alişer’in çok güzel Türkçe konuştuğunu anlatırken kullandığı şu cümleleri de aktarıyor ki evlere şenlik:
“Kendi adını taşıdığı büyük ceddi Alişir Nevai kadar rahat Türkçe konuşmuş, Yunus Emre’nin dili kadar akıcı Türkçeyle güzel Bektaşi ilahileri söylemişti.”
Şükrü Aslan, Koçgiri aşiretinin ya da tüm Alevi Kürtlerin aslen Türk olup, aşiretlerin zoruyla Kürtleştirildiğini mi savunuyor diyeceğim. Çünkü eğer gerçekten de Alişer, büyük Türk devlet adamı, Çağatay Türkçesinin kurucusu, Muhakemet-ül Lugateyn yazarı Alişir Nevai’nin soyundan gelmişse özbeöz Türk olması gerekir. Ama ne Şükrü Bey’in, ne de BirGün taifesinin böyle bir şey savunacağını sanmam. Bilmezliktendir… Yoksa bile bile Kürt aşiretlerinin Alevi Türkleri Kürtleştirdiğini savunacak değillerdir herhalde!
Maazallah bir kere Türk’ten yana tavır alsalar herhalde kendilerini bir daha hiç affetmezler.
Velev ki o Türk; Ortaçağ’ı, feodaliteyi, Şeriatçılığı, sömürüyü tasfiye etmiş, emperyalistleri kovmuş Atatürk ve Türk Cumhuriyeti olsun!