Kutuplaşma ortamının yarattığı, her geçen gün şiddetini artıran linç kültürüyle hem sosyal medyada hem görsel ve yazılı medyada karşılaşıyoruz. Linç kültüründe de cinsiyetçi bakış açısının ne olduğunu görüyoruz. Küfürlerle başlayıp küfürlerle devam eden bu linç kültürüne herkes maruz kalıyor. Siyasi duruşu, statüsü, eğitim durumuna bakılmaksızın bu lincin merkezinde kadınların durması tesadüf değil.
Politika artık bu linç kültürüyle yapılıyor. Muhalif ya da iktidar yanlısı olması fark etmiyor. Fikrini beğenmediği insanlara, hangi kesimden olursa olsun saldırmak hak olarak görülüyor. Geçtiğimiz hafta hedefte üç kadın vardı: Gülşen, Sezen Aksu ve Sedef Kabaş. Bu kadınlara saldırının başlangıçları ve sonuçları farklıydı. Saldıran kesimler “Kadındır, kolay lokmadır, pes eder, sahip çıkanı az olur” mantığıyla kadınları hedef tahtasına koymayı tercih ettiler. Tek tek bu isimleri açıklarsak, bu bakış açısı daha net ortaya çıkacaktır.
Gülşen’in kıyafeti bizi neden ilgilendirir?
İzzet Yıldızhan “Sahne adabı denilen bir gerçek var. Külotla da sahneye çıkmasınlar” açıklamasını yaparak isim vermeden, sahneye çıkan tüm kadınları hedef aldı. Kıyafet üzerinden ahlâk bekçiliği yapan birisini gördüğüm anda “acaba hangi ahlâksızlığını bastırmaya çalışıyor” sorusu aklıma gelir. Bu olayda da İzzet Yıldızhan ahlâksızları ortaya döküldü bir anda.
Bu açıklamada Gülşen’in adı geçmediği halde, o kadınlara yönelik kıyafet değerlendirmesinin kaynağını ve gelecek tehdidi görerek, konserinde kendi tarzını değiştirmeden bir kostüm giydi. Sahneye çıkan birisi, istediği şovu, istediği kıyafetle yapabilir. Zaten konserine gidenler bunu bilerek bilet alıp gidiyorlar. İstemeyen insan gidip izlemez. Ama bu kostüm Türkiye’nin gündemine oturdu. Bir kadının geri adım atmadan, cesurca tavrını ortaya koyması belli bir kesimi rahatsız etmeye yetti.
Kıyafet konusunda kadınlara saldırılar bir türlü bitmiyor. Şort giydiği için İstanbul’da bir kadına tekme atıldığını unutmayalım. Saldırıya veya tecavüze uğrayan bir kadın “üzerinde hangi kıyafet var, etek giymiş mi?” sorusuyla karşılaşıyor. Bugün bunları soranlar yarın “neden kadın olarak pantolon giyiyorsun” demez mi? “Taliban inancıyla alakalı ters bir yanımız yok” diyen bir zihniyetle yönetiliyoruz, bu saldırıları görmezden gelirsek Taliban’ın dayatmalarını ülkemizde görebiliriz.
Gülşen, kendisini amansızca eleştiren kesime karşı uzun bir cevap verdi. Politik fikrini hatta herhangi bir şarkısını bile bilmediğim Gülşen, bu açıklamasıyla gerçekleri tahlil ederek, kendini ifade etti. Açıklama uzun ama herkes okumalı. Açıklamanın can alıcı gördüğüm kısmı:
“Kıyafet üzerinden farklı farklı ‘ama’larla sırf beni ya da sizden olmayanları nasıl alaşağı ederiz diye düşünerek çıktığınız bu yolda aslında kendi ayaklarınıza, hemcinslerinizin ve evlatlarınızın ayaklarına takmaya çalıştığınız prangaların farkında mısınız? Bir gün gelip kadını ya da kendinden olmayı yok saymaya, baskılamaya ve gerektiğinde yok etmeye hevesli bu ataerkil sistemin sizin gibi düşünenlerden de aldığı güçle gelip sizi de boğabileceğini hatta boğmakta olduğunu görmüyor musunuz? Evlatlarımız tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde o zehir dolu ‘ama’larla aynı kaynaktan çıkan ‘üzerinde ne vardı’ sorusu hangimizin nefesini daraltmadı? Bu zihniyetteki soruların aslında soru değil yargı olduğunu hepimiz maalesef ki biliyoruz.”
Kadınların giydiği kıyafetlere karışanlara “sana ne” demek yeterli değildir. “Ne giyerse giysin bana ne” demeden ses çıkararak bu anlayışı yıkabiliriz. Bu olayı magazin haberi olarak değil, politik bir haber olarak görmeli ve dayatılan Siyasal İslam düzenine karşı çıkmalıyız. Bunu topluma gösteren maalesef ki muhalefet partileri, muhalif basın değil, bir pop şarkıcısı oldu.
Dilleri koparmayı görev bilenler
Sezen Aksu’nun eski bir şarkısıyla başlayan linç kampanyası Tayyip Erdoğan’ın da konuya dahil olmasıyla farklı bir boyut kazandı. Sezen Aksu’nun şarkı sözlerinde geçen “Selam söyleyin o cahil Adem ve Havva’ya” sözleri, dini değerleri aşağılamak olarak değerlendirildi.
Erdoğan, Çamlıca Camisi’nde cuma namazına gittiğinde, imamım elinden mikrofonu alarak “Hz. Adem’e uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak da bizim görevimizdir,” dedi. Hedef göstermenin ötesinde açıkça yok etmeye yönelik bu nefret söylemi için en uygun mekan tabii ki camiydi. Sezen Aksu’nun evinin önünde basın açıklaması yapmalar, tüm illerde suç duyurusunda bulunmalar kini bastırmaya yetmemişti.
Sezen Aksu kadındır, sesi çıkmaz, kim sahiplenecek bu kadını zihniyetiyle bu linç devam etti. Ama yine umdukları gibi olmadı. Sezen Aksu sessiz kalmayarak “ben hancıyım, sen yolcu” diyerek, bu zihniyetin yer bulamayacağını yazdı.
Sezen Aksu iktidarın hedef tahtasına konulurken, muhalif kesimler kendi içlerinde farklı bir tartışmaya girdi. Anayasa Referandumu ve Kürt Açılımı sürecinde, AKP’ye verdiği destekten bahsetmeye başladı. “Sezen Aksu’ya sahip çıkmalı mıyız?” tartışması başladı bir anda. Sezen Aksu politik duruşu olan bir isim, tabii ki fikir beyan edecek. Desteklersin ya da desteklemez eleştirirsin. Ama bir insanı, topluma mal olmuş bir sanatçıyı fikir beyan ettiği için yargılayıp, ceza vermek farklı bir zihniyetin göstergesidir. AKP yargısı fikir beyan ettiği için insanlara ceza veriyor, tüm muhalif kesim bunu eleştiriyor. İktidarda eleştirdiğimiz bu tavrı biz de yaparsak demokrasiden, özgürlükten bahsetmememiz gerekir.
Sezen Aksu’yu savunmak da bizlere düşüyor. Çünkü otoriter söylemlere karşı durmazsak, zorbalık atmosferinin yayıldığını göreceğiz. Bunu bilerek farklı sesleri yok etme, dillerini koparma anlayışıyla mücadele etmek gerekir. Sezen Aksu’nun dediği gibi “bir çağ yangını bu/ bütün dünya günahkâr/ masum değiliz hiç birimiz.” Söylemler artık dil koparmaya kadar geldiyse, bütün muhaliflerin de şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekir. Ülke bu noktaya gelirken bizler neler yaptık?
Sedef Kabaş’ın tutuklanması
Muhalif sindirme operasyonunun, cadı avının son halkası gazeteci Sedef Kabaş oldu. Bir hafta önce yaptığı programda söylediği bir atasözü bahane gösterilerek, gece ev baskınıyla göz altına alındı ve tutuklandı.
AKP iktidarı büyük bir linç başlattı; bakanlar, troller, parti sözcüleri hepsi devreye girdi. Adalet Bakanı’nın açıklama yaptığı zaman tutuklama geleceği anlaşıldı. Amacın Sedef Kabaş üzerinden tüm muhalif kesimlere gözdağı vermek olduğunu görmek gerekir.
Sedef Kabaş’a sahip çıkmak konusunda muhalif kesimlerde tereddüt oluştu. Sedef Kabaş Atatürkçü, ulusalcı bir isim sonuçta. Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına karşı çıkmak kimseyi ulusalcı yapmaz, sadece hukukun yanında yer aldığını gösterir. Demokrasi istiyorsak farklı seslerin çıkmasına engel olmamak ve farklı fikirleri desteklemek gerekir.
Sedef Kabaş’ın kullandığı atasözünü yanlış bulan, çok ağır bir söylem şeklinde değerlendirenler de oldu. Bu mantık “tecavüz edilirken üzerinde ne vardı?” mantığıyla benzerdir. Muhalif kesimlerin aklından geçen düşünceleri bir gazeteci dillendirdiyse destek çıkmak gerekir. Sedef Kabaş da kolay lokma olmadığını gösterdi. Geri adım atmadı, tutukluyken mesajlarını göndermeye devam ediyor.
Cadı avına karşı çıkmak
Bu haftanın gündemini belirleyen üç kadın da sağlam ve tavizsiz duruşlarıyla örnek oldular. Bu saldırılara karşı geri adım atmadan, af dilemeden yollarına devam ediyorlar.
Ülkede muhalefeti hakkıyla yapan siyasi parti olmadığı sürece bu cadı avı devam edecektir. Muhalif basın da bunu bilerek, yaratılan dikta rejimine toptan karşı çıkmalıdır. Savunulan fikirleri desteklemeyebilirsin ama fikirlerinden dolayı lince ve hukuksuzluğa karşı çıkmak her kesimin görevi olmalıdır.
İktidar ve yobaz zihniyet, gündem belirleyeyim derken bu üç isimde baltayı taşa vurdu. İfade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasından, can güvenliğinin tehdit edilmesinden tutun da kadın düşmanlığa kadar uzanan bu çizgiyle mücadele etmek gerekir. “Geçmişte şunu savundu”, “O kadar da sert eleştirmeseydi” demeden hukuku, adaleti cesurca savunmak her kesimin önceliği olmalıdır. Cadı avının hedefinde hepimiz olabiliriz.