Lütfü Savaş, depremden hemen iki gün sonra yaptığı açıklamada Rönesans Rezidans’ın müteahhidi Mehmet Yaşar Coşkun’u “idealist bir insan” olarak nitelemiş, “depremin çok büyük olduğunu, bu depremde hiç kimsenin kimseye kusur aramaması gerektiğini, belediyeler sorgulanırsa yazık edilmiş olacağını” söylemişti.
Depremde en fazla hasar alan yer olan ve sıfırdan inşa edilecek Hatay belediye başkanının yaptığı bu açıklamalar haklı olarak çok fazla tepki topladı.
Savaş bu hafta sonu verdiği yeni röportajda kendisini eleştirenleri “ak trol olmakla” suçlayarak, halkın kendisini “iyi insan olduğu için” 2 defa seçtiğini ve “iyi insanlara iyi demeye devam edeceğini” söylüyor.
Demek ki Lütfü Savaş, kağıt gibi yıkılan ve yüzlerce insana mezar olan blokları yapan müteahhitlerin “idealist insanlar” olduğu konusunda ısrarcı.
Savaş’ın depremin verdiği zarardan 1. derecede sorumlu olan müteahhitleri bu kadar rahat savunabilmesinin sebebi, “bu binalara ruhsatları kendisinin vermemesi” değil elbette.
Lütfü Savaş, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı olarak söz konusu binalara ruhsat vermemiş olabilir. Ancak Savaş isteseydi en azından bu tarz izinlere engel olabilirdi.
Lütfü Savaş her dönem yolunu bulabilen, “iyi bir siyasetçi”.
Aday gösterilmediğinde hemen muhalif partiye geçerek koltuğunu koruyan, “Türk siyasetinin” tipik bir örneği.
Savaş gibi bir siyasetçi “yaş tahtaya basmaz”. Mevzuatı ve yasaları bilir; attığı her adımı gelecekte karşılaşabileceği hukuki sıkıntıları bertaraf edecek biçimde hesaplar.
Kendisinin “hukuki olarak” sorumlu tutulamayacağı bir düzeni bizzat kurar ve bu düzene uygun adamları seçer. Seçtiği adamlardan da tekere çomak sokmamalarını ve gerektiğinde kendilerini feda etmelerini bekler.
Savaş’ın “rahat konuşuyorum” demesinin gerçek sebebi, verilen ruhsatların onunla ilgisinin olmaması değil; Türkiye’nin neredeyse her yerinde kurulan bu belediyecilik sistemidir.
Savaş’ı “başarılı” kılan temel nokta eşrafı yakından tanıması; Hatay’ı avucunun içine alması ve şehirde kurduğu hakimiyet.
Lütfü Savaş, hangi partiden olursa olsun müteahhitlerle ve eşrafla arayı iyi tutmanın siyasi gücü korumanın temel şartı olduğunu anlamıştır.
Kimin kimlerle iş yaptığını, kimin kupon arazi sahibi olduğunu, kimlerin imar meselesinden dolayı davalık olduğunu, kimlerin zenginleştiğini “iyi bilir”.
Ruhsatı kendisi vermez ama açılışlara bizzat katılarak, söz konusu imarın altyapısının kendisi tarafından yapılacağını hatırlatarak “büyük biraderin” kim olduğunu göstermeyi sever. Şehirde ondan habersiz kuş uçurmaz. Kimin haklı olduğuyla değil herhangi bir olayın gelecekte kendisine sağlayacağı faydayla ilgilenir.
Ne kadar tanıdık değil mi? Ülke çapında kurulan “baş müteahhitlik” müessesinin yereldeki temsilcisidir. Tam anlamıyla yerel “başkan”dır.
Eşrafla kurduğu güç ilişkisinin benzerini halkla kurmak için futbol sektörüne de girer. Bu olmazsa olmazdır. Lütfü Savaş aynı zamanda Hatayspor’un onursal başkanıdır.
Takımla resmi bir ilişkisi olmamasına rağmen yönetimi kendisi belirler. Transferlerde mutlaka görünür ve paranın nereden geldiğini hatırlatır.
Ama geçen ay olduğu gibi Hatayspor’un borçlarını ödememesi neticesinde gelen transfer yasağında hiç ortalıkta görünmez.
Başarısızlıkta taraftarların kendisini değil, kendisinin seçtiği yönetimi suçlayacağını bilecek kadar “iyi siyasetçidir”.
Kendisinin “bulunmaz Hint kumaşı olduğunu” ve “O giderse Hatay’ın çökeceğini” düşünür. Lütfü Savaş gitmedi ama Hatay yine de çöktü ve yok oldu.
11 afet ilinde sadece 2 CHP’li büyükşehir belediye başkanı varken Lütfü Savaş’ın konuşulmasının sebebi birilerinin trollük yapması değil elbette.
Herhangi bir AKP’li başkan yıkılan binaların önünde “idealist müteahhitlerden” söz etseydi yine yerden yere vurulurdu. Bu “pişkinlik” bizim kusurumuz değil, Savaş’ın kusurudur.
Muhalefetten beklenilen AKP’nin yaptığı gibi günahlarını örtmek olamaz. Muhalif herhangi bir vatandaşın “AKP’nin değirmenine su taşıyacağı” gerekçesiyle, hesaplaşmaktan kaçmayacağı ve bu vicdani yükü taşımayacağı açıktır.
Varlığını “inşaat sektörüne” borçlu AKP iktidarı ve “baş müteahhit”, belediye-müteahhit ilişkisini Türk siyasetinin merkezi haline getirdi. “Kentsel dönüşüm” aslında müteahhitlerden belediyelere, yerelden Ankara’ya uzanan upuzun bir rant zincirini anlatıyor.
Afet sonrası iktidarın, küçük piyon olan müteahhitleri suçlayarak; yapıları denetleyen ve izin veren “siyasi ayağı” aklayacağını söylemiştik.
Savaş’ın söylediği tek doğru “belediyeler sorgulanırsa birilerine yazık olacağı”.
Ucu kime varırsa varsın bir hesaplaşmada olmadan kurulacak şehirler yeniden yıkılmaya mahkum. Sadece deprem için değil, karşılaşabileceğimiz her toplumsal afetle ilgili yaşanılan sonuç bu.
Halkı deprem değil, seçilen kişilerin bilinçli tercihleri öldürüyor.