Siyasal İslam’ın fırsatçılığı altında çürütülen her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de Pazarcık ve Elbistan depremleri afete dönüştü. Ölüm belgesi düzenlenebilmiş kurbanların sayısı, iki hafta geride kalırken 41 bini aşmış durumda.
Siyasal İslamcıların daha ilk günden başladığı “siyaset yapılmasın” siyaseti ise, değişik şekillerde dal budak vermeye başladı.
AKP, on binlerce canın katili olduğu gerçeğini örtme gayretini afete müdahale etme kabiliyetinin önüne geçirirken bir sonraki adım, seçimi erteletme çabasıyla kendini gösterdi.
Siyasal İslam’ın deprem siyasetinde bir başka sayfa ise, ailesini kaybetmiş sahipsiz çocuklar üzerinden açıldı. Haberlere yansıyan, birbirini tamamlar nitelikteki iki gelişme, siyasal İslam’ın aile ve çocuğa yaklaşımının özeti niteliğinde.
Birinci gelişme, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 12 Şubat’ta hazırlayıp gelen tepkiler üzerine silmek zorunda kaldığı evlat edinme fetvası. Koca koca adamlar, utanmadan şöyle bir cümleye imza atabilmiş:
“Evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir.”
Ülke genelinde depremzede çocuklara ebeveyn ve koruyucu aile olmak için yapılan başvurular 300 bini geçmiş. Yani Diyanet’in bu sefil ahkâmını Türk milletinin baştan çöpe attığı ortada.
Ama işte siyasal İslam’ın “aile” kavramından ne anladığı ve el kadar çocuğa ne gözle baktığı da ortada.
Düşünsenize…
Bir yanda anne baba sıcaklığına muhtaç, yaşadığı travmanın izlerini belki hayatı boyunca taşıyacak yüzlerce bebek, adını söylemekten aciz, minik, körpe…
Öbür yanda depremin ilk gününden itibaren devletin yokluğuna bakmaksızın kendi seferberliğini ilan eden ve sahipsiz yavrularına aile olmaya çırpınan Türk milleti!
Bir de işte böyle başçavuşun beygiri gibi ortada kalmış sefiller güruhu!
Bir kişinin bile kafasını karıştırsalar, kalbini gölgeleseler, ebeveyn olma asaletinden vazgeçirebilseler kâr! Ve bu amaçla akıllarına gelebilecek en iğrenç gerekçeyi uyduruyorlar: nikâh düşermiş!
Bu kadar biyolojik takıntı bir tek Nazilerde vardı, diyeceğim ama onlar en azından anasından bacısından tahrik olmuyordu. Hoş, aile kurmak için bu kadar biyolojik nesep arayan bu uğursuz zihniyetin, iş aile içi tahrik olmaya gelince, biyolojiyi hiç umursamadığını da biliyoruz.
Bütün çağdaş ulus devletlerde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde de evlat edinilen çocuk, evlat edinenin nüfusuna kaydedilir. Yani artık ailenin bir üyesidir ve biyolojik çocuktan farklı muamele görmez. O yüzden Diyanet’teki bu sefilliğin devlete ve cumhuriyete zavallıca bir meydan okuma olduğunu da görmeliyiz.
Diyanetin sefaletiyle eş zamanlı gelişen bir başka durum ise, basına yansıyan çocuk kaçırma şüphesi. İddialar cemaat ve tarikat yapılanmalarıyla ilgili.
Partili Cumhurbaşkanı’nın atanmış yardımcısı, konuyu gündeme getirenleri “çocuklar üzerinden prim yapmak”la itham etse de bu şüpheleri ciddiye almamak, bugünün Türkiye’sinde saflık olur.
15 milyon nüfusun etkilendiği, devletin bazı noktalara 72 saatin ardından yetişebildiği bu yıkımda birçok suç gibi çocuk kaçırma da yaşanabilir. Fakat gündeme gelen iddialar ve şahitlikler, meselenin münferit olmadığına işaret ediyor.
Deprem bölgesinde kurtarılan 60 kadar refakatsiz çocuğun, çeşitli cemaatlerin özel arazilerindeki villalarda tutulduğu iddia ediliyor.
İşte, Diyanetin evlat edindirmekten vazgeçirme çabası ile çocuk istismarında abide olmuş tarikat/cemaatlerin çocuk kaçırma olayında gündeme gelmesi, böylece birlikte anlam kazanıyor.
Üniversite öğrencileri kurban edilip apar topar yurtlarından edilirken hiç bir yurduna dokunulmayan bu tarikatların neden sahaya indiği sorusu biraz daha aydınlanmış oluyor. Tek gerekçe yardım parası toplamak olmamalı.
Aileleri ahtapot kollarıyla ele geçirip çocuklarını küçük yaştan itibaren zombiye çeviren tarikatlar için ailesi ölmüş, sahipsiz kalmış çocuklar adeta birer altın fırsat. Soranı, arayanı olmayan her bebek, tarikatın kendi sapık ideolojisiyle büyüteceği potansiyel birer kurşun asker adayı.
Ve böylece siyasal İslam’ın çocuğa vaat ettiği akıbet de kendini belli ediyor: Aile sıcaklığında sağlık ve mutlulukla büyümek yerine onu kaçıranların sevgisiz tekke köşelerinde insanlıktan nasibini alamadan, karanlıkta ve ruhsuz yetişmek. Evlat edinmeyi kötüleyen Diyanet’in, bugüne kadar tek bir istismar olayında bir tane tarikatı karşısına almamış olması da işte bu açıdan son derece anlamlı.