Türkiye artık bir “facialar ülkesi”
22 Temmuz 2004’te Pamukova’da uyarılara rağmen sefere başlayan “hızlandırılmış tren” aşırı hızdan dolayı raydan çıktı. Davanın bilirkişi raporunda kullanılan rayların yapımı ve kullanımı hatalı bulundu. Demiryolları 8’de 4 kusurlu bulunmasına rağmen TCDD bürokratları ve dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım hesap vermedi. Cumhuriyet Savcısının, dönemin TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman hakkında soruşturma açılması talebi, Binali Yıldırım tarafından engellendi. 41 vatandaşın öldüğü bu “tren kazası” böylece örtbas edilmiş oldu.
13 Mayıs 2014’te Soma’da Cumhuriyet tarihinin en büyük maden kazası yaşandı ve 301 maden emekçisi hayatını kaybetti. Felaketten henüz beş ay önce Zonguldak’ta maden işçileri çalıştıkları madenlerin içine barikat kurarak eylem yapmış yine aynı dönemde CHP, Meclis’te Soma’daki maden kazalarının araştırılması için meclis araştırma komisyonu kurulmasını önermiş ancak komisyonun kurulması AKP tarafından engellenmişti.
Kazadan sonra hazırlanan bilirkişi raporu, kazanın sebebinin ihmal ve kusur olduğunu, facianın önlenebilir olduğunu söylüyordu. Havalandırma sistemi ocağa uygun değildi, gaz maskelerinin ömrü çok uzun süre önce dolmuştu ve ocakta planlanandan iki buçuk kat fazla üretim yapılıyordu. Hazırlanan ikinci rapor ise kazanın sebebi olarak yetersiz kamusal denetimleri işaret ediyordu.
Dava bir türlü “bitirilmedi”. Savcı “olası kasıt” yerine “bilinçli taksirle” ceza istedi. Tutuklu sanıklardan Soma Holding yönetim kurulu başkanı Can Gürkan, “olayın FETÖ tarafından gerçekleştirilmiş bir sabotaj olabileceğini” bile söyledi.
Soma Davası’nda tutuklu sanık kalmadı
Davaya bakan yargı heyetinin başkanı olan Aytaç Ballı’nın görev yeri değiştirildi ve yerine Elbistan Ağır Ceza hakimi Salih Pehlivanoğlu atandı. Pehlivanoğlu, Afşin Elbistan’da yaşanan ve 11 işçinin yaşamını yitirdiği maden kazasında sanıklara sadece para cezası vermiş bir isimdi.
Mahkeme 11 sanık hakkında hapis cezası verse de, önce Bölge İdare Mahkemesi’nin ardından da Yargıtay’ın verdiği kararlar neticesinde davada tutuklu sanık kalmadı.
AKP iktidarı bu faciaları ne kadar “doğal” gibi göstermeye ve “kadere” bağlamaya çalışsa da sayılabilecek örnek o kadar çok ki. Çorlu tren kazası, Ermenek maden kazası… İstanbul Havalimanı’nın inşaatında kaç işçinin iş cinayeti sonucunda öldüğünün s ayısı bile belli değil. Peki ya orman yangınlarında ölen itfaiyeciler. Eski diyerek kullanılmayan ama bu sene havalanan THK uçaklarının kullanılmamasının hesabını veren oldu mu?
Kastamonu’da geçen yıl yaşanan sel felaketinde dere yatağına inşaat yapan müteahhitler ve bu müteahhitlere imar izni veren belediye yetkilileri… Hesap verdiler mi?
Felaketler yeni felaketlerle örtülüyor
Yazılacak örneklerin sonu yok. Türkiye bir felaketler cumhuriyeti haline gelmiş durumda ve her felaket en fazla bir sonraki felakete kadar gündem oluyor. Yeni bir felaket, geçmiş felaketlerin ve elbette bunların sorumlularının da unutulması; günahların affedilmesi açısından müthiş bir “fırsat” yaratıyor.
Dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşandığında hükümetleri devirecek, onurlu insanların istifasına hatta intiharına sebep olabilecek olayların Türkiye’de büyük bir pişkinlikle karşılanmasının altında, iktidarın olabilecek her türlü kötü olayın bir şekilde unutturulacağına dair büyük özgüveni yatıyor. Bu sadece bir kişiyle ilgili bir durum da değil, tüm AKP kadroları bu durumu içselleştirmiş durumda ve tüm kadrolar bu imtiyazdan faydalanmak için bir yarış halinde.
İktidar kazadan değil yıpranmaktan korkuyor
Böylesine bir zihin dünyası, yaşanan her faciayı muhaliflerin iktidarı yıpratmaya çalıştığı bir araç olarak görüyor. Yani bizim “faciamızla” AKP’nin “faciası” o kadar farklı ki! İnsanların ölmesi bizim faciamız, AKP’nin bu işteki parmağının deşifre olması, gündem olması ve konuşulması AKP’nin faciası.
Öylesine bir iktidar psikolojisi ki bu, kazanın hemen sonrasında otomatik olarak sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor. Amasra’da maden kazasının henüz beş saat sonrasında işçiler yer altında kurtarılmayı beklerken Türk Taşkömürü Kurumu’nun Twitter üzerinden yaptığı“işçilerin gayet güvenli bir ortamda çalıştıklarına” dair açıklama, bunun tipik bir örneği. İşçi can derdinde, kasap et derdinde!
Ve elbette artık ellerinde sopa gibi tuttukları “dezenformasyon” gibi bir silah var. “Sükunet yasasına” uymayan herkes, iktidarın yeni oyuncağının hedefi haline gelmiş durumda.
Sayıştay’ın hazırladığı raporların sosyal medyada yer alması bile büyük bir beka sorunu olarak görülüyor. Devletin kendi kurumu Amasra kömür ocaklarını teftişinde çalışma şartlarına ve alınan önlemlerin yetersizliğine vurgu yapmış ve bunun dile getirilmesi bile artık bir suç teşkil ediyor.
Çağdaş hukuk yok edildi; artık kabile dayanışması var
Çağdaş hukuku reddeden, orman hukukunu benimsemiş ailelerin suç işleyen fertlerine sahip çıkıp onu kollamaları misali, iktidar kendi kabilesinin her ferdine sahip çıkıyor. Erdoğan, Binali Yıldırım’a sahip çıkıyor; Yıldırım, Pamukova kazasında TCDD Genel Müdürü olan hemşehrisine sahip çıkıyor; o genel müdür de başka olaylarda başka insanlara sahip çıkıyor. Ve oluşan bu büyük zincir kendi ilkel kabileci düzenini hukuk devletinin yerine koyuyor. Her facia sonrası bu işleyiş kendisini yeniden üretiyor.
TTK genel müdürü, iş cinayetinden hükümlü
CHP Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş’ın açıklamasına göre, 2013’te 8 işçinin yaşamını yitirdiği Kozlu maden kazasında madende müessese müdürü olarak görev yapan alt yöneticilerden olan Kazım Eroğlu, hapis cezası almasına rağmen aldığı ceza, para cezasına çevriliyor, cezasının taksitlerini ödediği süreçte de Türk Taşkömürü Kurumu’na genel müdür olarak atanıyor.
Yine 2010’da 30 işçinin yaşamanı yitirdiği Kocadon maden kazasında ocakta görevli müessese müdürü İsmail Güner, hapis cezası almasına rağmen TTK Genel Müdür yardımcılığına atanarak ödüllendiriliyor.
Kariyerleri işçi cinayetleriyle dolu böylesine insanlara verilecek yetkilerden ve makamlardan daha büyük “endişe ve korkuya sevk edecek” bir şey olabilir mi?
İş cinayetleri kader olamaz!
Şimdi iktidar basını utanmadan düğmeye basmış “dünden bugüne maden kazaları” listeleri hazırlayıp haber yapıyor. AKP’den önce de maden kazaları olduğunu kafalarımızın içine kazımak istiyorlar. İstedikleri şey bizlerin de Erdoğan gibi “bu işin fıtratında ölüm var” diyerek kabullenmemiz.
Sadece maden işçisi için geçerli değil tabii ki bu. Asansöre biniyorsanız asansör kazasını kabul ediyor olmanız gerek! Trene biniyorsanız tren kazası olabileceğini kabullenmelisiniz. Madende çalışıyorsanız göçük altında kalmayı, evde oturuyorsanız depremde ölmeyi, doktor olursanız hedef haline gelmeyi göze alıyorsunuz demektir. “Kader” denildiğinde söyleyecek bir söz zaten kalmıyor ki…
İstedikleri şey aslında yaşadığımıza şükretmemiz! Sonuçta kazalardan sonra yapılan konuşmaları ölüler değil diriler duyabiliyor. “Onların kaderinde ‘ölüm’ vardı, bak işte sizler yaşıyorsunuz, halinize şükredin. Oturun oturduğunuz yerde!” Peki ölenler? “Onlar şehittir, mekanları cennettir. Keşke biz de onlar gibi şehit olabilsek…”
Kader ve şehitlik kelimeleri adı konmamış ama tıkır tıkır işleyen bir “sükunet yasası”nın anahtarı haline gelmiş durumda.
İşçi cinayetinden başarı öyküsü üreten bir iktidar
Ama işte ne yaparlarsa yapsınlar bu sükunet yasasını birileri bozuyor ve gerçekleri haykırıyor. Hayatını kaybeden madencilerin yakınları, işçilerin kendilerine birkaç haftadır madende gaz seviyesinin yükseldiğini söylediklerini, madencilerin bu koşullarda çalışmaktan korktuklarını ve bunu amirlerine ilettiklerini ancak “Maden ocağı zaten bakıma girecek, bir süreliğine ücretsiz izne ayrılacaksınız, o zamana kadar çalışın, bir şey olmaz” dediklerini söylüyor.
Ölen bir madencinin eşi olan Sena Yıldırım, eşinin kendisine “Metan gazı var gibi gözüküyor, ona rağmen çalışmaya devam ediyoruz” dediğini anlatıyor.
Ölüler dezenformasyon yapamaz! Görünen o ki, tıpkı Soma’da olduğu gibi madenciler gelecek felaketi önceden haber vermişler, ancak dinleyen olmamış.
Yaşanan “kader”se ve Allah’ın hükmü tecelli etsiyse, bunun soruşturması olmaz. Hal böyle olunca da Tayyip Erdoğan’ın yeraltında kimsenin kalmadığını övünerek söylemesi son derece doğal oluyor. Ancak böyle bir iktidara nasip olur 41 işçinin cenazesinden bir başarı öyküsü üretmek!